COP29'un temel çıktıları neler söylüyor
İklim değişikliğinin insanlığın bugüne kadar karşılaştığı en büyük meydan okumalardan biri olduğundan şüphe etmek oldukça zor. 2015 yılında ilan edilen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları da zaten tam da bu nedenle açlık, eşitsizlikler, toplamsal cinsiyet gibi toplumsal sorunları iklim değişikliği ve diğer çevresel sorunlarla bir araya getirdi. İklim değişikliği, çarpan etkisiyle her tür eşitsizliği büyütüyor; artan toplumsal çatışmalar da iklim değişikliğiyle mücadeleyi sekteye uğratıyor.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansları aslında bu durumun hem en iyi göstergeleri hem de zirvelerde alınan kararlara bakınca, en yüksek derecedeki çözüm mercii.
11-22 Kasım tarihlerinde Azerbaycan’ın Bakü kentinde düzenlenen 29. Taraflar Konferansı (COP29) da bu eksendeki tartışma ve müzakerelere sahne oldu. Bilindiği gibi COP29, büyük oranda iklim finansmanı konularına odaklanmıştı; bu yüzden de “Finans COP’u” olarak adlandırıldı.
Ana tartışma ise, iklim değişikliğinden orantısız bir biçimde etkilenen yoksul ve gelişmekte olan ülkelere, emisyon azaltım çabalarına (mitigation) ve tabii gerçekleşen iklim değişikliği etkilerine uyum (adaptation) konularında gelişmiş ülkelerin nasıl ve ne kadar yardım edeceği üzerineydi. Bundan önce, 2025 yılına kadar yıllık 100 milyar dolarlık bir mali kaynak üzerine anlaşılmıştı. Cuma günü akşamüzeri noktalanması gereken ama pazar sabahına kadar uzayan müzakerelerin sonucunda bir anlaşma sağlandı ve bu miktar yıllık 300 milyar dolara çıktı. Bu rakam, birçok iklim uzmanının hesaplamalarına dayanan ve gelişmekte olan ülkelerin talebi olarak dile getirilen yıllık 1.3 trilyon dolardan bir hayli uzak. Ancak aradaki 1 trilyon doların, özel sektör yatırımları, çeşitli vergilendirme (uçuşlar vb.) uygulamaları ve krediler olarak kapatılmasına dair bir temenni yer alıyor sonuç metninde ama bir bağlayıcılığa sahip değil. Bu miktar gerçekten çok gibi görünebilir ama dünya küresel gayri safi toplam hasılasının yaklaşık %1’ine denk geldiğini unutmamak lazım. Bu paranın hangi ülkelerden, nasıl bir takvimle toplanacağı da müzakerelerin ana başlıklarından biriydi. Anlaşma imzalandığından bu yana büyük ekonomik gelişme ve gayri safi milli hasıla artışı gösteren Çin’in ya da petrol ve doğal gaz zengini ülkelerin de bu konuda taşın altına ellerini koymaları yönündeki Avrupa Birliği önerisi de, anlaşma metnine bir zorunluluk olarak değil ama “Güneyden güneye yönelik iklim finansmanının teşvik edilmesi” ifadeleriyle sonuç metninde yer bulması önemli bir gelişme.
COP29 da önemli bir gelişme de, ülkelerin nihayet küresel karbon piyasasına ilişkin kurallar konusunda bir anlaşmaya varmaları oldu. 2015 yılında iklim müzakereleri konusunda bir milat sayılan Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana tarafların bir türlü anlaşmaya varamadığı karbon piyasası düzenlemelerinin önümdeki süreçte emisyonların azaltılmasında önemli bir rol oynayabileceği öngörülüyor.
Piyasayı oluşturmaya yönelik uluslararası görüşmelerin başlamasından yaklaşık on yıl sonra kesinleşen anlaşma, iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarında güvenilir bir şekilde azalmaya yol açabilmek için sistemin güvenilir bir şekilde işlemesini sağlayacak. Karbon kredisi ticareti konusunda çalışmalar yürüten düşünce kuruluşu Internationol Emissions Trade Association (IETA), Birleşmiş Miletler destekli ve iyi işleyen bir karbon pazarının 2030 yılına kadar yıllık 250 milyar dolar değerine ulaşabileceğini ve yılda fazladan 5 milyar metrik ton karbon emisyonunun bu sayede denkleştirilebileceğini hesaplıyor. Bu, iklim finansmanındaki eksik 1 trilyon doların büyük bir bölümünü oluşturabilir.
Ve nihayet toplumsal cinsiyet eşitliği ve iklim değişikliği ilişkisi… Toplumsal cinsiyet konusu, COP29’un önemli başlıklarından biri oldu. Toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyenler, toplumsal cinsiyete duyarlı sürdürülebilir bir küresel ekonomiye geçiş yapılması ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile feminist ilkelerin tüm iklim eylemlerine entegrasyonunun derinleştirilmesi çağrısında bulundu. Kadınların iklim finansmanının önemli bir yararlanıcı grubu olarak tanınması ve kayıt dışı ekonomide çalışan kadınların, düşük emisyonlu ekonomilere adil geçişte önemli bir aktör olarak tanınması konusunda bazı ilerlemeler kaydedildi. Örneğin Yeni Kolektif Sayısallaştırılmış Hedef’e (NCQG) ilişkin karar; iklim finansmanının kadınları ve diğer dışlanmış grupları dahil etmesi ve insan haklarına saygı duyması, koruması, teşvik etmesi ve yerine getirmesi gerektiğini belirtiyor. Taraflar, cinsiyete duyarlı iklim politikası ve eylemi konusundaki taahhütlerini yenilediler, ancak birçok kadının karşılaştığı belirli koşulları ve ayrımcılığı tam olarak ele almak için gerekli finansman ve kapsam bu taahhütler arasında yer almadı. 300 milyar dolarlık finansman hedefinin uygulanmasında cinsiyete duyarlı finansmana ilişkin net taahhütler ve ölçülebilir hedefler ve uygulama mekanizmaları bulunmuyor. Bahsi geçen eksiklikler, mevcut eşitsizliklerin şiddetlenmesi riskini de beraberinde getiriyor.
COP29’un ana çıktılarına baktığımda, özel sektöre çok önemli görev ve mesajlar verildiğini görüyorum. Bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletler Taraflar Konferansları’nın (COP’lar) kararları ancak tüm ülkelerin ortak imzalarıyla resmileşebiliyor. Bu nedenle ilk COP’tan bu yana karar alma süreçleri zorlu bir yol izliyor ve sonuçta ortaya en ilerici kararlar değil, herkesin bir şekilde üzerinde anlaşabildiği ortalama kararlar çıkıyor. Tarihleri, inançları, ekonomileri, enerji kaynakları, sosyopolitik konumları ve gelişmişlik düzeyleri birbirinden önemli farklılıklar gösteren yaklaşık 194 ülkenin kararlarıyla, iklim değişikliğinin aciliyetine uygun mücadele yöntem ve kararlılıkları üretmek bu anlamda çok zor. Ancak konferanslar temel bir yol ve gidişatı gösteriyor. Burada da geri kalan görev ve sorumluluklar küresel topluma düşüyor. Bu küresel toplumun en önemli güçlerinden biri ise hiç kuşkusuz özel sektör. Gerek finansal kapasitesi, gerek insan kaynakları, gerek toplumsal bağları, gerekse de toplam “know how”ı ile özel sektörün bu konuda eksik taşları tamamlaması, tarihsel bir sorumluluk haline geldi bence.
Artık karbon piyasalarının temel düzenlemeleri öyle veya böyle belirlenmiş durumda. İklim değişikliğiyle mücadelede özel sektörün yatırımlarının emisyon azaltımında nasıl belirleyici olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda iş risklerini yönetmek için de özel sektörün yatırımları hem azaltım hem de uyum için büyük bir manivela niteliğinde. Küresel çapta bir trilyon doların emisyon yoğun alanlardan temiz enerji, enerji verimliliği ve döngüsel ekonomi gibi iklim mücadelesinin temel alanlarına doğru yönelmesini sağlayacak olan da aslında özel sektör. Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğinin ve kadınların güçlenmesinde de özel sektörün kendi olanakları ve toplumsal etkisiyle yapabileceği çok fazla alan bulunduğunu biliyoruz. Kadınların güçlenmesinin hem iklim değişikliğine hem de eşitsizlikler ve yoksullukla mücadelede son derece önemli etkiler yapabileceği çeşitli araştırmalarla ortaya konmuş durumda. Şimdi özel sektöre düşen, uluslararası toplumun iklim zirveleri aracılığıyla çizdiği hatta uygun çalışma ve faaliyet alanlarını güçlendirmek. Yatırımlarını bu alanlara çok daha fazla yöneltmek. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın 17 başlığının ortaya koyduğu, toplumsal ve çevresel sorunları birlikte ele alan bütünsel çözüm yaklaşımını, özel sektörün çok daha güçlü benimsemesi artık bir seçim değil, zorunluluk. COP29’un verdiği en temel mesajın bu olduğuna yürekten inanıyorum.