Akıllı Hayat Sözlüğü

 

AKILLI HAYAT SÖZLÜĞÜ

Akıllı Hayat 2030 Sürdürülebilirlik stratejimiz doğrultusunda; çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim alanlarındaki hedeflerimizle değer zincirimizdeki tüm paydaşları gözeterek çalışıyor, radikal işbirliklerinden güç alıyoruz. Bu yaklaşımla, ekosistemimizde sürdürülebilirlik okuryazarlığını geliştirmek, bu alandaki bilgi birikimi ve farkındalığımızı artırmak amacıyla Ekologos Sürdürülebilirlik Yönetim ve İletişim Hizmetleri işbirliğiyle hazırladığımız Akıllı Hayat Sözlük’ü tüm paydaşlarımızın kullanımına sunuyoruz. 




Alfabeye Göre Arama Yap
Kelimeye Göre Arama Yap
A
B
C
Ç
D
E
F
G
H
I
İ
J
K
L
M
N
O
Ö
P
R
S
Ş
T
U
Ü
V
Y
Z
B Corp (Benefit Corporation)

B Corp, şirketlerin bütün sosyal ve çevresel etkilerini ölçen ve belirli kriterler ışığında üçüncü bir taraf olarak belgelendiren uluslararası bir sertifikasyon programıdır.

 

Kâr amacı gütmeyen uluslararası bir kuruluş olan B Lab tarafından 2006 yılında kurulan B Corp sistemi tüketiciler, topluluklar ve tedarikçiler arasında farkındalık ve güven oluşturmayı ve sürdürülebilir kalkınma doğrultusunda hareketlenmelerini sağlamayı amaçlar. B Corp sertifikası almak isteyen şirketler çalışanlarına sağladıkları faydalar, sosyal faaliyetleri, tedarik zinciri uygulamaları ve girdi malzemelerine kadar bütünsel bir değerlendirmeden geçer. Doğrulanabilir ölçütler, hesap verebilirlik ve şeffaflık açısından yüksek standartlar belirlenmiştir. Her üç yılda bir B Corp sertifikasyonunun yenilenmesi gerektiği için şirketlerin sürdürülebilir kalkınma planları doğrultusunda iyileştirmeler yapmasına ve güncellenmesini teşvik etmeyi amaçlar.

B Corp sertifikası yeni kurulmuş şirketleri, küçük işletmeleri, küçük-orta ölçekli işletmeleri, orta ölçekli işletmeleri ve büyük işletmeleri, tam sertifikasyon sürecinde farklı yollarla değerlendirir. Ayrıca şirketlerden Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan (SKA) en az üç tanesini kurumsal hedef edinmesini şart koşar.

B Corp kavramı ile ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sosyal Etki, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Sosyal Girişim

Beşikten Beşiğe (Cradle to Cradle)

Beşikten beşiğe, bir ürünün üretimi sırasında kullanılan malzemeler, ürün kullanılamayacak kadar eskidiğinde yeni bir ürünün üretiminde kullanılabilecek şekilde geri dönüştürülebilir olmasını ve dolayısıyla sıfır atıklı bir üretim anlayışını öngören bir tasarım yaklaşımıdır.

 

Beşikten beşiğe kavramı ilk olarak eski Greenpeace aktivisti ve kimyager Michael Braungart ve mimar, tasarımcı William McDonough’un 2002 yılında yayınlanan “Cradle to Cradle: Remaking the Way We Make Things” (Beşikten Beşiğe: Bir Şeyler Yapma Şeklimizi Yeniden Biçimlendirmek) isimli kitaplarında kullanıldı.

Bu anlayışa göre, endüstriyel işlemlerde kullanılan tüm malzemeler “teknik” ya da “biyolojik” besin olarak ikiye ayrılır. Teknik besinler doğal çevreye kesinlikle zarar vermeyen sentetik malzemeler ile sınırlıdır ve daha da önemlisi, bu malzemeler bütünlüklerini veya kalitelerini kaybetmeden sürekli olarak üretim çevrimlerinde kullanılabilir. Biyolojik besinler ise bir veya birkaç kere üretim çevriminde kullanıldıktan sonra tekrar doğal ortama bırakıldığında kısa zamanda biyolojik olarak bozunarak doğal ortamı etkilemeden mikroorganizmalar ya da küçük canlılar için besin haline dönüşen malzemelerdir.

“Bir canlının atığı, diğerinin besinidir” ilkesini kendisine motto edinen bu tasarım anlayışı, günümüzün doğrusal yani “Mezardan Mezara” üretim anlayışını ters yüz etmeyi hedefler. Doğada her ürün belli “besinler” kullanılarak üretilir ve ortaya çıkan ürün de üretim sırasında ortaya çıkan artıklar da daha sonra başka bir ürünün besini olarak kullanılır. Beşikten beşiğe tasarım anlayışı, doğanın bu döngüselliğini taklit ederek çevresel etkiyi azaltmayı hedefler ve bu anlamda döngüsel ekonomiye en uygun tasarım yaklaşımı olarak kabul edilir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Döngüsel Ekonomi, Biyobozunur, Sıfır Atık

BIST Sürdürülebilirlik Endeksi (BIST Sustainability Index)

BIST Sürdürülebilirlik Endeksi, Borsa İstanbul tarafından oluşturulan ve borsada işlem gören şirketleri sürdürülebilirlik performansları üzerinden sınıflandıran düzenlemedir.

 

Borsa İstanbul’un oluşturduğu BIST Sürdürülebilirlik ve BIST Sürdürülebilirlik 25 Endeksleri, şirketlerin uzun vadede değer yaratması maksadıyla ekonomik, çevresel ve sosyal faktörlerle uyumlu bir biçimde yönetim ilkelerini belirlemesine yardımcı olmak amacıyla 2014 yılından bu yana hesaplanmaktadır.

Bir şirketin BIST Sürdürülebilirlik Endeksi'nde yer alabilmesi için genel sürdürülebilirlik notu, her bir ana başlık notu ve kategori notlarının belirlenen puanlamanın üzerinde yer alması gerekir.

Sürdürülebilirlik endeksleri sayesinde şirketlerin iklim değişikliği, doğal kaynak kullanımı, iş sağlığı ve güvenliği, insan hakları, istihdam, Ar-Ge ve inovasyon gibi önemli sürdürülebilirlik alanlarında kurumsal yönetim ilkelerinin belirlenmesiyle rekabet avantajı elde etmesi sağlanır.

Kavramla ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Sürdürülebilirlik Endeksleri, Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksleri

Bilim Temelli Hedefler Girişimi (Science Based Targets Initiative, SBTi)

2015 yılında imzalanan ve iklim rejiminin temel ilkelerini belirleyen Paris Anlaşması’nın en önemli çıktılarından birisi olan Bilim Temelli Hedefler Girişimi, küresel sıcaklık artışının 2 derecenin altında, tercihen de 1,5 derece ile sınırlandırılmasını öngören kurumsal bir iklim eylemi organizasyonudur.

 

Bilimsel çalışmalar, Paris Anlaşması’nın en önemli dayanaklarından birisi olan ulusal katkı beyanlarındaki (UKB) mevcut hedeflerin, 21. yüzyıl sonunda dünyanın 2,7-3,7 derece daha sıcak hale getirebileceğini ortaya koyuyor. Bu şartlar altında, güvenli ısınma sınırı olarak kabul edilen 1,5 derece hedefine ulaşılması için sadece hükümetlere değil, iş dünyası, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları gibi “devlet dışı aktörlere” de önemli bir rol düşüyor.

Karbon Saydamlık Projesi (Carbon Disclosure Project), Global Compact, World Resources Institute ve WWF tarafından oluşturulan Bilim Temelli Hedefler Girişimi de şirketlerden, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin değerlendirme raporlarında öngörülen karbonsuzlaşma seviyeleriyle uyumlu emisyon azaltım hedefleri vermelerini talep ediyor. Bu doğrultuda hareket edeceğini beyan eden katılımcıların, küresel karbon bütçesini de göz önüne alarak yenilikçi ve inovatif yaklaşımlarla iddialı ve anlamlı sera gazı emisyonu azaltım hedefleri ortaya koymalarını ve bunları kamuoyuyla paylaşmaları bekleniyor.

Bilim Temelli Hedeflerin belirlenmesinde farklı sektörlerin emisyon yoğunlukları, toplam emisyonlardaki payları, sektörlerdeki emisyon azaltım potansiyeli, bunun için gerekli teknolojik çözümlerin varlığı gibi unsurlardan oluşan ve “Sektörel Dekarbonizasyon” (karbonsuzlaşma) ismi verilen çok boyutlu bir yaklaşım kullanılıyor. 2023 yılı sonu itibarıyla dünyada, SBTi tarafından onaylanmış Bilim Temelli Hedefler veren 4000’in üzerinde şirket ve finans kuruluşu bulunuyor.

İnisiyatif hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: İklim Değişikliği, Karbonsuzlaştırma, Karbon Ayak İzi

Bina Araştırma Kuruluşu Çevresel Değerlendirme Yöntemi (Building Research Establishment Environmental Assessment Method, BREEAM)

Bina Araştırma Kuruluşu Çevresel Değerlendirme Yöntemi (Building Research Establishment Environmental Assessment Method, BREEAM), ilk kez 1990 yılında İngiltere merkezli Bina Araştırma Kuruluşu (Building Research Establishment, BRE) tarafından düzenlenen ve binaların sürdürülebilirliğini belirleme konusunda faaliyet gösteren bir yeşil bina sertifikasyon sistemidir.

 

Enerji, Sağlık ve Refah, Malzemeler, Bina Yönetimi, Arazi Kullanımı ve Ekoloji, Kirlilik, Ulaşım, Atık ve Su olmak üzere dokuz ayrı kategori üzerinden değerlendirme yapan BREEAM sisteminde binalar 'Geçti', 'İyi', 'Çok İyi', 'Mükemmel' ve 'Olağanüstü' ölçeğinde derecelendirilir ve sertifikalandırılır.

2024 yılı itibarıyla dünya çapında 93 ülkede 600.000 binanın sertifikalandığı ve 2,3 milyondan fazla binanın değerlendirme için kaydedildiği BREEAM sistemi, yeni inşa edilen binaların haricinde kullanımda olan binalar, tadilat, kentsel altyapılar ve mahalleler için de hizmet verir.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Yeşil Bina Sertifikasyon Sistemleri, Dirençlilik/Dayanıklılık

Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (United Nations Convention on Biological Diversity, UNCBD)

Çevre ve sürdürülebilir kalkınma kavramları konusunda bir milat kabul edilen ve 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde düzenlenen Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda temelleri atılan üç önemli sözleşmeden biri olan Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (UNCBD), biyolojik çeşitliliğin mevcut ve gelecek nesillerin yararına korunmasını ve sürdürülebilir şekilde kullanılmasını amaçlayan en kapsamlı uluslararası anlaşmadır.

 

Biyolojik çeşitliliğin mevcut ve gelecek nesillerin yararı için korunmasını ve sürdürülebilir şekilde kullanılmasını amaçlayan Sözleşme (UNCBD), üye ülkelerin tamamının onayıyla 1993 yılında yürürlüğe girdi. Sözleşmeye ek olarak, genetiği değiştirilmiş organizmaların sınır ötesi hareketlerini düzenleyen Kartagena Protokolü 2003, genetik kaynakların kullanımından doğan yararların adil ve hakkaniyete uygun paylaşımını amaçlayan Nagoya Protokolü ise 2014 yılında yürürlüğe alındı. 2010 yılı ise Birleşmiş milletler tarafından Uluslararası Biyoçeşitlilik Yılı ilan edildi.

Sözleşme çerçevesinde düzenlenen taraflar arası konferansların (COP) ilki, Bahama Adalarından Nasau’da (COP1) 1994 yılında düzenlendi. COP15 ise 2021 yılında Çin’in Kunming kentinde gerçekleştirildi. Ancak COVID19 pandemisi nedeniyle ihtiyaç duyulan temel kararlar alınamadığı için COP15, 7-19 Aralık 2022’de Kanada’nın Montreal kentinde ek bir buluşma daha düzenledi ve orada Kunming-Montreal Küresel Biyolojik Çeşitlilik Çerçevesi ilan edildi. Zirve sonuç kararlarında, 2030 yılında kadar deniz ve kara alanlarının %30’unun koruma altına alınması ve koruma çalışmalarına yılda 30 milyar dolar yıllık finansman sağlanması öngörüldü.

Sözleşme hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Biyoçeşitlilik, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (United Nations Environment Programme, UNEP)

Birleşmiş Milletler tarafından 1971 yılında düzenlenen Stockholm Konferansı’nın en önemli çıktılarından biri olarak kurulan Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Birleşmiş Milletler’in çevre koruma ve çevresel bozulmadan sorumlu ana programıdır.

 

Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çevre politikalarını desteklemek üzere kurulan bu programın ilk direktörü, Stockholm Konferansı’nın önemli isimlerinden Maurice Strong’dur. Merkezi Kenya’nın Nairobi kentinde bulunan UNEP’in altı bölgesel ofisi ve pek çok ülke ofisi bulunuyor. UNEP’in karar alma mekanizması olan genel kurulda 58 asil üye yer alıyor. Bu üyeliklerden 16 tanesi Afrika, 13 tanesi Asya, 6 tanesi Doğu Avrupa, 10 tanesi Latin Amerika ve Karayip ve 13 tanesi Batı Avrupa ve diğer ülkelerden oluşuyor.

1988 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü ile Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ni (IPCC) kuran UNEP, aynı zamanda Küresel Çevre Fonu’nun (GEF) uygulayıcı kurumlarından birisidir. UNEP’in 7 ana çalışma birimi şu şekilde sıralanır:

1) Erken uyarı ve değerlendirme (DEWA)

2) Çevresel politika uygulama (DEPI)

3) Teknoloji, sanayi ve ekonomi (DTIE)

4) Bölgesel işbirliği (DRC)

5) Çevre hukuku ve sözleşmeleri (DELC)

6) İletişim ve kamuoyunu bilgilendirme (DCPI)

7) Küresel Çevre Fonu kolaylaştırıcılığı (DGEF)

Sürdürülebilir kalkınma tanımını uluslararası literatüre kazandıran Brundtland Raporu da (1987) UNEP’in güçlendirilmesi ve büyümekte olan çevre sorunlarıyla doğrudan başa çıkmakta küresel bir araç olmasını teşvik etti. 1992’deki Rio Zirvesi’nde UNEP, uluslararası çevre anlaşmalarının koordinasyon mekanizması görevini üstlendi.

UNEP’in nihai hedefi bugünkü ve gelecekteki kuşakların refahının sağlanması ve küresel çevresel hedeflerin tutturulması olarak kabul edildi.

Programla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi

Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi (United Nations Convention to Combat Desertification, UNCCD)

Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi, dünya üzerinde kuraklık ve çölleşmeyle mücadeleyi ve etkilerini azaltmayı amaç edinen, 17 Haziran 1994'te Paris'te kabul edilen ve Aralık 1996'da yürürlüğe giren ilk uluslararası sözleşmedir.

 

1992 yılında Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde düzenlenen “Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı”nda imzaya açılan Sözleşme, Rio Zirvesi kapsamında belirlenen Gündem 21'in doğrudan tavsiyesinden doğan tek sözleşme olma özelliğine sahiptir. İyi kurumsal yönetim ve sürdürülebilir kalkınmanın omurgası olan katılım, ortaklık ve yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ilkelerine dayanan Sözleşme’ye 19 ülke ve Avrupa Birliği taraftır.

UNCCD Daimi Sekreterliği, 1997 yılında Roma'da düzenlenen ilk Taraflar Konferansı (COP 1) sırasında kuruldu. Ocak 1999'dan bu yana Almanya'nın Bonn kentinde bulunur.

Taraflar Konferansı’nın (COP) ve Sözleşme kapsamında oluşturulan alt organlarının oturumları için düzenlemeler yapmak olan UNCCD Sekretaryası, kuraklık ve çölleşmeden derinden etkilenen gelişmekte olan taraf ülkelere ve özellikle Afrika ülkelerine yönelik destek çalışmalarına devam ediyor.

 

UNCCD’nin resmi sitesine buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (UNCBD), Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Aşırı Hasat

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (United Nations Framework Convention on Climate Change, UNFCCC)

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), Birleşmiş Milletler öncülüğünde iklim değişikliğine karşı mücadeleyi öngören ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe giren ilk uluslararası çevre sözleşmesidir.

 

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), 1992 yılında Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde düzenlenen Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda imzaya açıldı ve 191 ülke ile Avrupa Birliği’nin parlamentolarının onaylamasıyla yürürlüğe girdi.

UNFCCC; insan kaynaklı iklim değişikliğinin tehlikeli etkileri olduğunu kabul ederek atmosferdeki sera gazı oranlarını düşürmeyi ve bu gazların olumsuz etkilerini en aza indirerek belli bir seviyede tutmayı amaçlar ve bu çerçevede genel ilkeler, eylem stratejileri ve imzacı ülkelerin yükümlülüklerini düzenler. Sözleşme, uluslararası düzeyde iklim değişikliğine yönelik ilk çevre mutabakatı olmasıyla önemli olsa da taraf ülkeler üzerinde kesin bir yaptırıma sahip değildir, ülkeler gönüllülük esasına göre kararlara uyum sağlarlar. Taraflar Konferansları (Conferences of Parties, COP) UNFCCC’nin en üst karar alma organıdır her yıl toplanan Taraflar Konferansı’nda kararlar taraf ülkelerin oy birliğiyle alınır.

Temeli, taraf ülkelerin taahhütlerine dayanan Sözleşme’nin 4. maddesinde ülkelerin sera gazı emisyonlarına yönelik yükümlülükleri düzenlenir ve mali desteklerine yönelik yükümlülükleri de açıklanır.

İklim rejiminin altyapısını oluşturan ve işbirliğinin temel kurallarını koyan Sözleşme’nin en belirgin özelliği “Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluluklar ve Göreli Yeterlikler İlkesi”ni (Common but Differentiated Responsibilities and Respective Capabilities/CBDR-RC) pratikte uygulayabilmek üzere taraflar arasında yükümlülüklerine göre yapılan ayrımdır. Sözleşme, iklim değişikliğindeki farklı sorumluluklarını esas alarak, taraf ülkeleri yükümlülük türleri açısından, Sözleşme’nin eklerinde düzenlenmiş olan üç ayrı grupta sınıflandırır.

1992’de OECD üyesi olan ülkelerle geçiş ekonomisi ülkelerinin yer aldığı EK-I listesindeki taraflar sera gazı emisyonlarını azaltma yükümlülüğü altındadır. O dönemdeki OECD üyesi olan ülkeleri kapsayan EK-II listesindeki taraflar emisyon azaltımı yanında gelişmekte olan ülkelerin azaltım ve adaptasyon açısından iklim değişikliğiyle mücadele önlemlerini desteklemek üzere mali ve teknolojik yardım yükümlülüğüne sahiptir. Bu iki listede yer verilmeyen ve EK-I Dışı Taraflar olarak anılan grup ise genel olarak gelişmekte olan ülkeleri kapsamaktadır. Tüm taraflar Sözleşme'nin amacı doğrultusunda iklim değişikliği ve etkileriyle mücadelede işbirliği yapma, ilgili raporlama ve bildirim gereklerini yerine getirme yükümlülüklerini ortak olarak üstlenmiştir. Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluluklar ilkesi gereği gelişmekte olan ülkelerin raporlama yükümlülüklerinde esneklik sağlanmıştır.

Sözleşme yürürlüğe girdiği dönemde Türkiye her iki ekte de yer aldı ve OECD kurucu üyesi olarak, UNFCCC 1992 yılında kabul edildiğinde gelişmiş ülkeler ile birlikte Sözleşme’nin EK-I ve EK-II listelerine dâhil edildi. 2001’de Marakeş’te gerçekleştirilen 7. Taraflar Konferansı’nda (COP7) alınan 26/CP.7 sayılı kararla Türkiye’nin diğer EK-I Taraflar’ından farklı konumu tanınarak, adı UNFCCC’nin EK-II listesinden çıkarıldı fakat EK-I listesinde kalmaya devam etti.

İlk Taraflar Konferansı toplantılarından bu yana çeşitli gündemler altında konumunun yanlış belirlendiğini ve bunun değiştirmesi gerektiğini gündeme getiren Türkiye’nin isminin EK-II listesinden silinmesi 2001 yılında tüm taraf ülkelerin oy birliğiyle karar altına alındı, ancak bu karar henüz yürürlüğe girmedi.

Taraflar Konferansı ile alınan kararlara rağmen Türkiye, Sözleşme’nin 2010 yılında müzakere edilen ve 2012 yılında çalışmalarına başlayan ve gelişmekte olan ülkelere finansal destek vermeye yönelik kuruluşu kabul edilen Yeşil İklim Fonu’ndan (GCF-Green Climate Fund) faydalanamadı, ancak temel koşulu Dünya Bankası’ndan fon almaya ehil olmak şeklinde tanımlanan Küresel Çevre Fonu’ndan (GEF) faydalanabildi.

UNFCC’nin ana sitesine buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (UNCBD), İklim Değişikliği

Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact)

Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi, dünya çapındaki kâr amacı güden ya da gütmeyen işletmelerin ve sivil toplum kuruluşlarının, sürdürülebilir ve sosyal olarak sorumlu politikaları benimsemelerini teşvik etmek ve uygulamalarını raporlamak için 2000 yılında kurulmuş uluslararası bir oluşumdur.

 

İnsan hakları, emek, çevre ve yolsuzlukla mücadele alanlarında 10 temel ilkeye sahip olan Küresel İlkeler Sözleşmesi öncelikli olarak iş dünyasını, iş gücünü, sivil toplumu, üniversiteleri, belediyeleri ve kamu kurumlarını bir araya getirerek, tüm dünyada sürdürülebilir, ortak bir küresel kalkınma kültürünü yaymayı ve bu konudaki işbirliklerini geliştirmeyi amaçlar.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün İşyerinde Temel İlkeler ve Haklar konusundaki Beyannamesi, Çevre ve Kalkınma ile ilgili Rio Bildirgesi ve Birleşmiş Milletler Yolsuzluğa Karşı Sözleşme 1’den türetilen Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin on temel ilkesi şunlardan oluşur:

1. İş dünyası, ilan edilmiş insan haklarını desteklemeli ve haklara saygı duymalı,

2. İş dünyası, insan hakları ihlallerinin suç ortağı olmamalı,

3. İş dünyası, çalışanların sendikalaşma ve toplu müzakere özgürlüğünü desteklemeli,

4. Zorla ve zorunlu işçi çalıştırma uygulamasına son verilmeli,

5. Her türlü çocuk işçi çalıştırılmasına son verilmeli,

6. İşe alım ve işe yerleştirmede ayrımcılığa son verilmeli,

7. İş dünyası, çevre sorunlarına karşı ihtiyati yaklaşımları desteklemeli,

8. Çevresel sorumluluğu arttıracak her türlü faaliyete ve oluşuma destek vermeli,

9. Çevre dostu teknolojilerin gelişmesini ve yaygınlaşmasını desteklemeli,

10. İş dünyası, rüşvet ve haraç dahil her türlü yolsuzlukla savaşmalıdır.

Kurumla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Birleşmiş Milletler Çevre Programı, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Şeffaflık ve Hesap Verilebilirlik

Biyobozunur (Biodegradable)

Biyobozunur, bir maddenin doğal bir ortamda bakteri veya mantar gibi mikroorganizmaların biyolojik aktivitesiyle parçalanabilir veya ayrışabilir olmasını ifade eden kavramdır.

 

Küresel ölçekte büyük bir sorun haline gelen ve çoğunlukla ürün ambalajlarından kaynaklanan atıklar nedeniyle biyobozunurluk özelliği giderek önem kazanıyor. Biyolojik bozunma en temelde üç bağlantılı süreç içerir. İlk olarak söz konusu nesnenin yapısal unsurlarının mekanik olarak zayıflaması anlamına gelen biyolojik bozulmayla gerçekleşir. Daha sonra artık malzemenin mikroorganizmalar tarafından biyolojik parçalanması gelir ve son olarak eski materyalin yeni organik yapılara dahil edilmesi anlamına gelen asimilasyon süreci yaşanır.

Doğada hemen hemen tüm kimyasal bileşikler ve malzemeler biyolojik bozunmaya uğrar ancak buradaki kritik unsur aslında zamandır. Organik atıklar günler içinde bozulabilirken cam ve bazı plastiklerin bozulması, ayrışması ve içinde bulunduğu yeni ortamdaki materyallerle asimilasyonu binlerce yıl alabilir. Avrupa Birliği tarafından kullanılan Biyolojik Bozunma Standardı, orijinal malzemenin %90'ından fazlasının altı ay içinde biyolojik süreçlerle tamamen bulunduğu ortama karışmasını gerektirir.

Türkçede kimi zaman biyoçözünürlük olarak da kullanılan kavram, üreticilerin kullandığı ambalaj malzemelerinin yarattığı çevre kirliliğini azaltmak veya sınırlandırmak için hayati öneme sahiptir. Bozunma süresini dikkate almayan biyobozunurluk ifade ve iddiaları çoğu zaman yeşil aklama olarak değerlendirilir. Toprak ve suda gerçekleşen atık kirliliğini sınırlamak için biyobozunurluğu hızlı ve kolay materyaller üretmek, materyallerin geri dönüşümünü temel alan döngüsel ekonomi çalışmaları için de önemli bir rol oynar.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Geri Dönüşüm, Döngüsel Ekonomi, Yeşil Aklama

Biyoçeşitlilik (Biodiversity)

Biyoçeşitlilik, karasal, denizel ve diğer sucul ekosistemlerle birlikte diğer tüm kaynaklarda ve bunların oluşturduğu karmaşık ekolojik yapılarda bulunan canlı organizmalar arasındaki tür içi, türler ve ekosistemler arası çeşitliliği de kapsayan farklılaşmadır.

 

Biyoçeşitliliğin önemi, yalnızca hayatın temeli olduğu gerçeğine değil, insanlığa ekolojik, ekonomik, kültürel, manevi ve diğer pek çok açıdan sağladığı faydalara da dayanıyor. Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne (UNCBD) göre, dünya ekonomisinin en az %40’ı ve yoksul insanların ihtiyaçlarının en az %80’i biyolojik kaynaklardan sağlanıyor. Biyoçeşitlilik dünyanın farklı yerlerindeki insan topluluklarına, yiyecek içecek, ilaç, sanayi malzemesi, ekolojik hizmetler, estetik değerler, doğal afetlere karşı koruma, araştırma, eğitim ve iş imkanları sağlıyor. Ancak biyoçeşitlilik, ekosistemleri olumsuz etkileyen ve dünyanın farklı yerlerindeki türlerin neslini tehlikeye atan insan faaliyetleri ve iklim değişikliği nedeniyle tehlike altında. Binlerce memeli, kuş, sürüngen, iki yaşamlı ve balık popülasyonundaki eğilimleri değerlendiren Yaşayan Gezegen Endeksi (LPI), 1970 ve 2016 yılları arasında küresel ölçekte %68 oranında bir düşüşe işaret ediyor. Bunda, karasal alanların insan eliyle farklı amaçlar için dönüştürülmesi önemli rol oynuyor.

Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği verilerine göre, küresel ölçekte değerlendirmeye alınan 150.388 canlının 42.108’inin, yani %28’sinin nesli tehlike altında. Birçok araştırma ve bilim insanına göre, biyolojik çeşitlilikte 6. Büyük Yok Oluş ile karşı karşıya olabiliriz. Küresel yok oluşta canlı gruplarına baktığımızda kuş türlerinin %13, sürüngenlerin %21, memelilerin %27, mercan resiflerinin %36, köpekbalıkları ve vatozların %37, amfibilerin %41, kabuklu canlıların ise %28’inin neslinin tehlike altında olduğu saptanmış durumda.

Türkiye, iklimsel ve coğrafi özellikleriyle, biyoçeşitlilik açısından son derece zengin bir ülke olarak kabul ediliyor. Bu tür çeşitliliği ve doğal yapısı ile Türkiye, dünyadaki 34 sıcak noktadan biri olup Kafkaslar, Akdeniz ve İran-Anadolu olmak üzere üçünün tam kesişiminde yer alan tek ülke olarak da çok özel bir yere sahip. Avrupa’nın tamamında 12.000 olarak kaydedilen kapalı tohumlu bitki türü sayısının, Türkiye’de 11.000’in üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Tüm dünya denizlerinde 30.000 civarında olan tür sayısı, Türkiye denizlerinde 4000 olarak kaydediliyor. Türkiye’de bitki türlerinin %38’i, hayvan türlerinin ise %18’i endemik. Bununla beraber Türkiye coğrafyasında 1284 bitki türü ile 139 hayvan türünün nesli tehlike altında ve bilinen türlerden 11’i tamamen yok oldu.

Tehlike altındaki türlerle ilgili ayrıntılı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, İklim Değişikliğine Uyum, Ekosistem Hizmetleri

Biyokütle (Biomass)

Biyokütle, mısır, şeker kamışı, kanola ya da şeker pancarı gibi enerji bitkileri, odun, hayvansal ve tarımsal atıklar, kentsel atıklar ve diğer atık yığınlarındaki organik öğelerden elde edilen yenilenebilir enerji kaynaklarına verilen isimdir.

 

Kimi zaman “Biyoenerji” olarak da adlandırılan biyokütleden doğrudan elektrik, ısı üretimi ya da dolaylı olarak sıvı, katı veya gaz formunda yakıtların üretilmesi için yararlanılır. Kentsel atıklardan elektrik üreten atıktan enerji üretim tesisleri, biyodizel ve etanol üretimi, peletten elektrik ve ısı üretimi yaygın olarak kullanılan biyokütle teknolojileridir.

Küresel birincil enerji tüketiminin yaklaşık %14’ünü karşılayan biyokütle enerjisinin %64’ü odun sobaları gibi geleneksel ısınma yöntemlerine dayanıyor. Isınma ve yemek pişirme için odun, odun kömürü, tarımsal ve hayvansal atıkların kullanımı, geleneksel biyokütle kullanımının en yaygın örnekleri olarak kabul edilir. Biyokütle tüketiminin yaklaşık %36’lık kısmı ise elektrik üretimi, ulaşım ve ısı üretimi sektörlerindeki modern kullanımlardan kaynaklanıyor. Geleneksel biyoyakıt kullanımında enerji verimliliği ortalamada %10-20 gibi oldukça düşükken, modern biyoenerji teknolojilerinin sağladığı ortalama verim yaklaşık %58 seviyesine ulaşabilir. Küresel ölçekte konutlarda ısıtmanın yaklaşık %30’u biyokütle ile karşılanırken, elektrik üretimi ve ulaşım sektörlerindeki payı ise sırasıyla %2 ve %2,8.

Döngüsel ekonominin önemli bir unsuru sayılan modern biyokütle teknolojileri, iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının azaltılmasına yönelik teknoloji seçenekleri arasında sayılıyor. Uluslararası Enerji Ajansı, iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerine ulaşılabilmesi için biyokütle kullanımının önümüzdeki 25 yıl içinde %70 oranında artması, geleneksel biyokütle kullanımlarının da yerini tamamen modern teknolojilere bırakması gerektiğini savunuyor.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Geri Dönüşüm, Döngüsel Ekonomi, Atıktan Enerji Üretimi

Biyomimikri (Biomimicry)

Yunanca “Bios” (Hayat) ve “Mimesis” (Taklit) kelimelerinden oluşan ve hayatı taklit etme anlamına gelen biyomimikri, doğanın milyonlarca yıllık birikimden esinlenen ve doğaya öykünen endüstriyel ve sistemik tasarımlara verilen isimdir.

 

Bilimsel araştırmalar sayesinde hayvanların, bitkilerin ve mikropların doğayla bütünleşik çalışan mükemmel mühendisler ve tasarımcılar olduğu biliniyor. Biyomimikrinin temelinde de bugün karşılaştığımız birçok sorunu, doğanın zaten çözmüş olduğu ve onlardan alacağımız derslerle birçok sorunu çözebileceğimiz fikri yatıyor.

Gökyüzünden diklemesine suya çok hızlı dalabilen yalıçapkını kuşlarının gagalarının sürtünmeyi azaltarak hızlarını artırdığı bilgisinden yola çıkarak tasarlanan Japonya’daki Nakatsu hızlı trenleri biyomimikrinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Eiji Nakatsu adlı mühendis, trenin daha hızlı gidebilmesi için aynı yöntemi hızlı trenlere aktararak 1994 yılında daha verimli bir tasarıma imza attı.

Karda daha rahat yürüyebilmemizi sağlayan ve hedik adı verilen kar ayakkabılarının tasarımı ise aslında arka ayakları geniş, uzun ve yayvan olan tavşanlardan esinlenir.

MIT’den üç öğrencinin güneş enerjisinden daha fazla faydalanmak için güneş panellerinde ayçiçeğini taklit eden çalışmaları da başka bir biyomimikri uygulamasıdır. Bu sayede paneller bütün gün güneşi en iyi alabileceği açıyla duran bu bitkiye benzer biçimde güneşli ve gölgeli kısımlar arasındaki sıcaklık farkını anlayarak yön değiştirir.

Bugün biyomimikri mühendislikten mimarlığa, uzay bilimlerinden konfeksiyona ve hatta toplumsal örgütlenmelere kadar çok farklı sektör ve alanlarda kullanılan bir tasarım yaklaşımı haline gelmiştir ve döngüsel ekonomi uygulamalarında sıklıkla yer alır.

Biyomimikri ile ilgili daha ayrıntılı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Döngüsel Ekonomi, Biyoçeşitlilik, Biyobozunur

Biyoplastik (Bioplastic)

Biyoplastik, petrolden elde edilen geleneksel plastiklerin aksine yenilenebilir kaynaklardan elde edilen kalıplanabilir malzemelere verilen isimdir.

 

Biyoplastikler en temelde bitkilerden ve bakterilerden türetilen veya bunlar ile sentezlenen kimyasal bileşiklerden elde edilir. Biyolojik olarak kolayca bozunabilir olduğu için çevreye zararları geleneksel plastiklere oranla çok daha düşüktür. Ayrıca petrolden üretilmediği için üretimindeki emisyon değerleri de daha düşüktür.

20.yüzyılın başından itibaren plastiklerin geliştirilmesinde ve kullanımında önemli bir artış yaşandı. Kimyasal ekstraksiyon ve sentez yoluyla petrolden elde edilen geleneksel plastikler genellikle biyolojik olarak parçalanamadığı için plastik atıklar doğada çok uzun yıllar boyunca kalabiliyor. Ayrıca toprakta ve özel olarak da deniz suyunda parçalandığında mikro plastikler halinde büyük alana yayılabiliyor ve canlıların biyolojik yapılarına girerek insanların besin zincirine kadar ulaşabiliyor.

Bilinen ilk biyoplastik, 1926 yılında Maurice Lemoigne adındaki Fransız araştırmacı tarafından Bacillus Megaterium bakterisi üzerinde yapılan çalışmadan elde edildi. Fakat 1970’lerdeki petrol krizine dek bu keşif pek dikkat çekmedi. Ancak teknolojik gelişmeler sayesinde soya fasulyesi, mısır veya değişik bitkisel yağlardan günümüzde daha verimli ve daha düşük maliyetli biyoplastik elde edilebiliyor.

Kavram hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Atık Yönetimi, Döngüsel Ekonomi, Biyobozunur

Biyoyakıt (Biofuel)

Biyoyakıtlar; bitkiler, algler ve onların metabolik atıkları da dahil olmak üzere çeşitli yenilenebilir biyolojik kaynaklardan üretilen yenilenebilir sıvı yakıtlardır.

 

Biyoyakıtların en büyük avantajı, diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının tersine doğrudan ulaşımda kullanılabilecek alternatif yenilenebilir yakıtlar olmalarıdır. Diğer yenilenebilir enerji türleri ancak elektriğe dönüştürüldükten sonra araç, konut ve sanayi üretiminde kullanılabilirken bitki ve alglerden elde edilen biyoyakıtlar doğrudan araçlarda kullanılabilme avantajına sahiptir. Biyodizel, etanol, yenilenebilir dizel ve biyojet olmak üzere dört temel türe sahip olan biyoyakıtlar “içeriklerinin hacim olarak en az %80'i son 10 yıl içerisinde canlı organizmalardan elde edilmiş her türlü yakıt” olarak da tanımlanır. Biyoyakıtların içerisinde bulunan karbonu, bitkiler atmosferdeki karbondioksitten çektiği için biyoyakıtların yakılması dünya atmosferinde net karbondioksit artışına neden olmaz. Bu sebeple, özellikle ulaşım araçlarında kullanılan biyoyakıtlar, içten yanmalı motorlarda yanarak karbondioksit açığa çıkarsalar bile yenilenebilir enerji kategorisinde kabul edilir. En büyük tarımsal biyoyakıt kaynakları şeker kamışı, mısır, soya fasulyesi, keten tohumu, kolza, hurma yağı, jatrofa ve aspir bitkisidir.

2023 yılı itibarıyla 167,4 milyar dolarlık bir küresel pazara sahip olan ve giderek artan bir talebe sahip biyoyakıtlarla ilgili en büyük eleştiri ve sorun, gıda üretilen alanların kullanılmasıdır. İklim krizi ve diğer çevresel sorunlar nedeniyle giderek artan gıda üretimi ve erişimi sorununu da etkilediği düşünülen biyoyakıtların birincil tarımsal kaynaklar (birinci jenerasyon) yerine tarımsal üretim atıkları (ikinci jenerasyon) ve doğrudan alglerden elde edilen kaynaklardan (üçüncü jenerasyon) üretilmesi önerilir.

Biyoyakıta dair çalışmalara buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Biyoçözünür, Yenilenebilir Enerji

Brundtland Raporu (Brundtland Report)

Brundtland Raporu, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu (WCED) tarafından 1987 yılında yayınlanan ve sürdürülebilir kalkınma için yol gösterici ilkeler sunmayı amaçlayan uluslararası belgedir.

 

Asıl ismi “Ortak Geleceğimiz” (Our Common Future) olan Brundtland Raporu, sosyal adalet, ekonomik büyüme ve çevresel sorunlar arasındaki bağlantıyı ele alan ilk ve temel belgelerden biri olarak kabul edilir. Raporun hazırlanmasında aktif görev alan, WCED Başkanı Gro Harlem Brundtland'ın anısına "Brundtland Raporu" olarak anılmaktadır.

Brundtland Raporu ile dünya çapındaki kritik çevresel sorunların esas olarak Küresel Güney'in büyük yoksulluğu ve buna karşın Küresel Kuzey'in sürdürülemez tüketim ve üretim modellerinden kaynaklandığı kabul edildi. Raporda, kalkınma ile çevreyi birleştiren bir strateji olarak “sürdürülebilir kalkınma” terimi tanımlandı: “Sürdürülebilir kalkınma, bugünün gereksinimlerini gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınmadır.”

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Programı (UNDP), Brundtland Raporu’nun Birleşmiş Milletler için belirlediği direktifler doğrultusunda kuruldu. Yanı sıra Rapor ile 1992 yılında Rio de Janeiro'da düzenlenen ve aynı yıl BM Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu'nun kurulması ile sonuçlanan Rio Zirvesi'nin temelleri atıldı.

Raporun tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Gezegensel Sınırlar, İklim Değişikliğine Uyum

Buycott

Tüketicilerin satın alma güçlerini, etik, sosyal veya çevresel konularda bir şirkete destek verme amacıyla kullanmalarını ifade eden bir tür olumlu protesto eylemidir.

 

İlk kez, ürünler üzerindeki Evrensel Ürün Kodları (UPC) barkodunu okuyan ve tüketicinin değerlerine ne kadar iyi uyum sağladığına bağlı olarak o ürünü satın alıp almaması gerektiğini öneren internet tabanlı bir platform ve akıllı telefon uygulaması olan Buycott.com ile ortaya çıkmıştır.

Bu uygulama sayesinde bireyler, çeşitli konu ve konulara desteğini veya karşıtlığını belirtmek için çeşitli Buycott kampanyalarına katılabilirler. Uygulama onlara, hangi kurumlardan satın almaktan kaçınmaları konusunda tavsiyelerde bulunur. Tüketici böylece "cüzdanıyla oy verebilir" ve rakip bir ürünü satın almayı tercih edebilir veya satın alma işleminden tamamen vazgeçebilir.

Söz konusu internet sitesi ve uygulaması dışında da tüketiciler bir araya gelerek, çevresel ve sosyal konularda olumsuz etiklere sahip marka ve şirketlerin aleyhine olacak şekilde daha iyi firmaların, sözgelimi B Corp (Benefit Corporation) veya Fair Trade (Adil Ticaret) sertifikasına sahip olan kurumların ürünlerini satın alma yolunda örgütlenebilir.

Bu konuda daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: B Corp Eko-Etiketleme