Akıllı Hayat Sözlüğü

 

AKILLI HAYAT SÖZLÜĞÜ

Akıllı Hayat 2030 Sürdürülebilirlik stratejimiz doğrultusunda; çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim alanlarındaki hedeflerimizle değer zincirimizdeki tüm paydaşları gözeterek çalışıyor, radikal işbirliklerinden güç alıyoruz. Bu yaklaşımla, ekosistemimizde sürdürülebilirlik okuryazarlığını geliştirmek, bu alandaki bilgi birikimi ve farkındalığımızı artırmak amacıyla Ekologos Sürdürülebilirlik Yönetim ve İletişim Hizmetleri işbirliğiyle hazırladığımız Akıllı Hayat Sözlük’ü tüm paydaşlarımızın kullanımına sunuyoruz. 




Alfabeye Göre Arama Yap
Kelimeye Göre Arama Yap
A
B
C
Ç
D
E
F
G
H
I
İ
J
K
L
M
N
O
Ö
P
R
S
Ş
T
U
Ü
V
Y
Z
Kapsayıcılık (Inclusion)

Kapsayıcılık, her tür toplumsal organizasyonda ve yapıda bireylerin kendilerini rahat ve güvende hissetmelerini, dinsel, cinsel, etnik köken, yaş veya diğer ayırt edici özellikleri veya kimlikleri yüzünden ayrımcılığa maruz kalmamalarını sağlamayı amaçlayan yaklaşımlara ve kültürel ortama verilen isimdir.

 

Çoğu zaman çeşitlilik ve etik ilkeleriyle birlikte ele alınan kapsayıcılık, tüm toplumsal yapıların ve organizasyonların başarılı ve sağlıklı şekilde var olmasını ve gelişmesini sağlayan temel yaklaşımlardan biridir. Toplumsal hayatın entegrasyonunda, huzurlu ve güvenli bir yaşam ortamı oluşturulmasında önemli rol oynaması nedeniyle Birleşmiş Milletler çeşitli çalışmalarında kapsayıcılığa ilişkin olarak “Kimseyi Geride Bırakmamak” (Leaving No One Behind) sloganını kullanıyor.

Toplumsal hayata paralel olarak iş hayatında da artan ayrımcılık ve ötekileştirme sorunları ve buna bağlı verimsizlik sorunları kapsayıcılık ilkesinin iş dünyasında da giderek daha fazla gündeme gelmesini sağladı.

Kapsayıcı ve çeşitlilik içeren kuruluşların genellikle daha başarılı olduğu çeşitli araştırmalarla ortaya kondu. Daha fazla kadın çalışanın yönetim kurullarına dahil edilmesinin ya da farklı etnik veya dinsel kökenli bireylere ekiplerde daha fazla rol verilmesinin sonucu olarak, iş yerinde kapsayıcılık ve çeşitliliğin kurumsal büyüme ve başarı için bir katalizör olduğu ortaya kondu. Forbes'un bir araştırmasına göre, çeşitli ekipler tarafından alınan ve uygulanan kararların %60 daha iyi sonuçlar verdiğini ve kapsayıcı ekiplerin %87 oranında daha iyi iş kararları verdiğini ortaya koyuyor. Bu pozitif etkinin arkasında ise kapsayıcılığın iş yerindeki iletişimi güçlendirmesi ile önyargıları ve karşılıklı güven eksikliğini azaltarak ekip ruhunu sağlamlaştırması yatıyor.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çeşitlilik Eşitlik Etik

Karbon Ayak İzi (Carbon Footprint)

Karbon ayak izi, bir birey, süreç, faaliyet, ürün, sektör, şehir ya da ülkenin belli bir zaman diliminde neden olduğu karbondioksit ve metan dahil tüm sera gazlarının karbondioksit eşdeğeri cinsinden miktarını (karbon emisyonlarını) hesaplamak için kullanılan yöntemlerden biridir.

Birim karbondioksit cinsinden ölçülen ve “kg.CO2-eşdeğer” veya “ton. CO2-eşdeğer” olarak ifade edilen karbon ayak izi temelde iki bileşenden oluşur. Birincisi, konut ve iş yerlerinde ısınma, soğutma veya aydınlatma gibi ihtiyaçlar için tüketilen enerji ile ulaşımda kullanılan fosil yakıtların yakılması sonucu ortaya çıkan emisyonları ifade eden “Doğrudan Ayak İzi”dir. İkincisi ise, kullanılan ürünlerin imalatından bertarafına kadar uzanan yaşam döngüsü emisyonlarının toplamını kapsayan “Dolaylı Ayak İzi”dir.

Günümüzde hem bireyler hem de kurumlar karbon ayak izlerini, dijital araçlarla kolaylıkla ölçebiliyor. Yediğimiz gıdadan giydiğimiz kıyafete ve uçak seyahatlerimize kadar her ürün ve hizmetin ortalama karbon ayak izleri hesaplanmış durumda. Karbon ayak izini ölçmenin temel amacı, bireysel ve/veya kurumsal olarak çevresel etkimizi somut olarak hesaplamak, bunu diğer birey, topluluk veya kurumlarla karşılaştırmak ve bunun ertesinde karbon ayak izini azaltabilecek önlemlere yönelmektir. Yok edilemeyen karbon emisyonlarının karbon denkleştirmesi de diğer aksiyonlardan biri olarak kabul edilir.

Karbon ayak izinin yanı sıra çevresel etkimizi gösteren başka ölçekler de vardır. Bunlardan en çok bilineni ve kullanılanı “Ekolojik Ayak İzi”dir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Gezegensel Sınırlar, Karbon Denkleştirme, Ekolojik Ayak İzi

Karbon Denkleştirme (Carbon Offsetting)

Karbon denkleştirme, bir kurumun veya bireyin, iklim değişikliğine neden olan belirli bir sera gazı salımını farklı bir yerde daha az maliyetli azaltım tedbirleri sayesinde engellenebilmiş azaltım miktarı ile denkleştirmesine verilen isimdir.

 

Sera gazı salım ve azaltımları metrik ton olarak karbondioksit gazı eşdeğeri (tCO2e) cinsinden ifade edilir. Temel prensip, salım miktarına denk gelecek (hâlihazırda gerçekleşmeyecekken ek olarak gerçekleştirilen bir proje sayesinde başarılan) bir azaltım miktarını eşleştirmektir. Bu bağlamda özgün bir boyutu olan projelerden elde edilen azaltım kredileri karbon denkleştirme işlemi için gönüllü ya da zorunlu piyasalarda karşılık bulur ve azaltım projelerinin mümkün olması için gereken finansman sağlanmış olur.

Karbon denkleştirme sadece piyasalar aracılığıyla da olmak zorunda değildir. Teknik olarak herhangi bir şirket tamamen gönüllü olarak şirket faaliyetlerinden doğrudan ya da dolaylı şekilde doğan sera gazı salımlarını denkleştirmek için proje bazlı olarak denkleştirme işlemi de gerçekleştirebilir. Karbon denkleştirme, ilk kez küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik ilk uluslararası çerçeve olan ve 1997 yılında imzalanan Kyoto Protokolü kapsamında bir karbon esneklik mekanizması olarak tanımlanmış ve düzenlenmiştir.

Her ne kadar karbon denkleştirme bireylerin, kurumların ya da sektörlerin karbon emisyonlarının azaltılmasında bir çözüm olarak görülse ve karbon kredileri aracılığıyla başka yerlerdeki yenilenebilir enerji ya da ormanlaştırma gibi projelere kaynak sağlaması açısından önemli işlevlere sahip olsa da asıl çözüm temel olarak mutlak sera gazı azaltımından geçer.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Karbon Ayak İzi, Sera Gazları, İklim Değişikliğine Uyum

Karbon Döngüsü (Carbon Cycle)

Karbon döngüsü, karbon atomlarının sürekli olarak atmosferden dünyaya ve daha sonra tekrar atmosfere seyahat ettiği biyojeokimyasal süreci tanımlar.

 

Karbon, proteinler ve DNA gibi karmaşık molekülleri oluşturmak için gerekli olan Dünya üzerindeki tüm yaşamın temelini oluşturur. Bu element aynı zamanda atmosferimizde karbondioksit formunda da bulunur. Karbon, Dünya'nın sıcaklığının düzenlenmesine yardımcı olur, tüm yaşamı mümkün kılar, bizi ayakta tutan gıdanın ise temel bileşenidir. Azot döngüsü ve su döngüsü ile birlikte karbon döngüsü, dünyadaki yaşamın devam edebilmesi için büyük kritik bir öneme sahiptir.

Karbon döngüsünün başlangıcında fosil yakıtların yakılması, canlıların solunum yapması, volkanik patlamalar, orman yangınları ve canlıların biyolojik olarak bozunması/çürümesi sonucu açığa çıkan karbondioksitin atmosfere yayılması bulunur. Atmosferdeki karbondioksit; karada bitkiler, okyanusta fitoplanktonlar (bitki benzeri mikroskobik canlılar) tarafından kullanılır ve fotosentez yoluyla besine çevrilir. Besine çevrilen karbon, bitkiler ve hayvanlar tarafından enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılır. Karbon, canlı solunumu ve çürüme sonucu atmosfere tekrar yayılır. Karbon döngüsü bu şekilde devam eder.

Gezegenimiz ve atmosferi kapalı bir ortam oluşturduğundan bu sistemdeki karbon miktarı değişmez. Ancak insanlar, fosil yakıtların yakılması veya arazi kullanımı gibi faaliyetler yoluyla karbon döngüsünde önemli bir rol oynarlar ve yeraltındaki gömülü karbonun atmosfere karışmasına sebep olurlar. Bunun sonucunda da Sanayi Devrimi’nden bu yana atmosferdeki karbondioksit miktarı hızla arttı; şimdiden son 3,6 milyon yıldaki herhangi bir dönemden çok daha yüksek bir seviyede. Sanayi Devrimi öncesi milyonlarca yıl boyunca atmosferde ortalama 280 ppm (milyonda bir parçacık; parts per million) düzeyinde olan karbondioksit, 2024 yılı itibarıyla 420 ppm’in üzerine çıktı. Bu da atmosferin ısınmasına ve iklim değişikliğine neden oluyor.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: İklim Değişikliği, Karbon Ayak İzi, Karbonsuzlaştırma

Karbon Kaçağı (Carbon Leakage)

Karbon kaçağı, bir şirketin üretimini güçlü ve kararlı emisyon azaltım politikaları olan bir ülkeden alıp daha kuralları olan bir ülkeye taşımaya karar vermesi ve bu kez de orada sera gazı emisyonlarında artışa neden olması olarak tanımlanır.

 

Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde daha fazla gündeme gelen karbon kaçağı, iklim değişikliği ve küresel emisyonların azaltılması mücadelesinde önemli sorunlardan biri olarak kabul edilir. Özellikle ABD ve Avrupa’dan gelişmekte olan ülkelere kaydırılan gübre, çimento, demir çelik ve alüminyum gibi yüksek emisyonlu sektörlerle belirgin hale gelen karbon kaçağının çözümü için çeşitli yaklaşımlar bulunuyor. Örneğin Avrupa Birliği, Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında, karbon kaçağı sebebiyle AB ekonomisinin ve iklim mücadelesinin negatif etkilenmesinin önüne geçmek için “Sınırda Karbon Vergisi Düzenlemesi” yürürlüğe aldı. Bu uygulamayla, AB’nin limit değerlerinin üzerinde emisyona neden olduğu ispatlanan ürünlerin AB pazarlarına girişinde ek bir karbon vergisi ödenmesi zorunlu hale geliyor. Bu durumda, AB ülkelerinin şirketlerinin yatırımlarını daha zayıf çevre mevzuatına sahip ülkelere taşıması güçleşecek ya da söz konusu ülkedeki üretimin standartları yükseltilmek zorunda kalacak.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Avrupa Yeşil Mutabakatı, Karbon Piyasaları, İklim Değişikliğine Uyum

Karbon Kredisi (Carbon Credit)

Karbon kredisi, bir kuruluşun kendisine izin verilen emisyon miktarının üzerine geçtiğinde kullanmak üzere yenilenebilir enerji veya ormanlaştırma gibi çeşitli faaliyetlerden elde edilen emisyon haklarını satın almasını sağlayan, ölçülebilir ve şeffaf olan bir emisyon takas aracıdır.

 

Sertifikalı iklim eylemi ve azaltım projelerinden elde edilen ölçülebilir, doğrulanabilir emisyon azaltımlarını ifade eden karbon kredileri, ilk kez 1997 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Kyoto Sözleşmesi ile gündeme gelen esneklik mekanizmalarından biridir. Bu sayede, özellikle az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerdeki yenilenebilir enerji ve ormanlaştırma projelerinin finansal olarak desteklenmesi hedeflenir. Bu sayede, Kyoto Sözleşmesi’nin 37 sanayileşmiş ülkenin ekonomilerini karbonsuzlaştırmaya yönlendirmek amaçlanır.

Hem emisyon ticaretinde hem de gönüllü karbon piyasasında alınıp satılan karbon kredilerinin geçerli hale gelebilmesi için üçüncü taraf kuruluşlar tarafından yapılan doğrulamayı ve karbon sertifikasyon standartlarına dair uzmanlar tarafından yapılan incelemeyi geçmesi gerekir. Bir kuruluş tarafından alınan karbon kredisi kullanımdan kaldırılır ve böylece yeniden kullanılmasının ve çifte sayımın da önüne geçilir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Zorunlu Karbon Piyasaları, Emisyon Ticaret Sistemi, Karbon Nötr

Karbon Nötr (Carbon Neutral)

Karbon Nötr, küresel, bölgesel, kentsel, kurumsal olarak veya herhangi bir faaliyetin atmosfere saldığı karbondioksit miktarı ile yutak alanlarının depoladığı karbon miktarı arasında bir dengenin sağlanması durumuna verilen isimdir.

 

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) iklim krizinin tehlikeli etkilerinden korunmak için küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırmak adına dünyanın 2050 yılına kadar karbon nötr olmasını öneriyor. ABD ve Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok ülke tarafından ulusal ölçekte benimsenen bu taahhüt sayesinde iklim krizinin güvenli bir alanda sınırlanması sağlanabilir. Dünyanın en büyük emisyon üreticilerinden biri olan Çin, karbon nötr olma taahhüdünü 2060 olarak açıklarken, Hindistan 2070 ve Türkiye de 2053 olarak belirledi.

Tahminlere göre okyanuslar, ormanlar ve bozulmamış yeşil alanlardan oluşan doğal yutaklar yılda 9,5 ila 11 gigaton karbondioksiti depoluyor. Yıllık küresel karbondioksit emisyonları ise 2023'te 37,4 gigatona ulaşmış durumda. Bu nedenle belirlenen tarihte karbon nötr olabilmek için enerji, sanayi, konut ve tarım kaynaklı karbondioksit emisyonlarının hızla düşürülmesi ve karbon yutak alanlarının korunması ve geliştirilmesi gerekiyor. Ancak Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın açıkladığı Emisyon Açığı 2023 (Emissions Gap Report 2023) raporuna göre, ülkelerin şu ana kadar verdikleri ulusal emisyon azaltım taahhütleri dünyayı 1,5 derece güvenli ısınma seviyesinin bir hayli ötesine, 2,5 ila 2,9 derece ısınma seviyesine doğru götürüyor.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: İklim Krizi, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, Sera Gazları

Karbon Piyasaları (Carbon Markets)

Karbon piyasaları, sera gazı emisyonlarını azaltan veya ortadan kaldıran faaliyetler için mali teşvikler yaratma amacıyla yaratılmış, karbon kredilerinin alınıp satılabildiği özel bir tür finansal pazarlardır.

 

Karbon piyasaları, Emisyon Ticareti Sistemlerinin (ETS) en temel unsurlarından biri olarak kabul edilir. ETS kapsamında, hükümetler veya hükümet grupları, emisyonlara belirli bir genel üst sınır getirir ve kurallar kapsamındaki ülkelere veya şirketlere de belirli emisyon hakları tanır. Enerji verimliliği ya da yenilenebilir enerji yatırımlarıyla kendisine verilen karbon kredilerinin tamamını kullanmak zorunda kalmayan bir kuruluş, bunları, limitlerini aşmak zorunda kalan bir diğer kuruluşa satabilir ve ek gelir elde edebilir. Şirketleri emisyonlarını azaltmaya teşvik eden bu ticari alışveriş, karbon piyasalarında gerçekleşir.

Hükümetler veya uluslararası kuruluşlar tarafından yönetilen ve düzenlenen karbon piyasalarına bazı sektörlerin katılımı zorunludur, bazıları ise tamamen gönüllülük esasına dayanır.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Karbon Tutma ve Depolama, Karbon Kaçağı, İklim Finansmanı

Karbon Pozitif (Carbon Positive)

Karbon pozitif, bir kurum veya faaliyetin sebep olabileceği sera gazı emisyonlarının çeşitli uygulamalarla sıfırın altına indirildiği, yani söz konusu çalışmalar sonucunda karbon emisyonlarını azaltmaya katkı sağlayan, dolayısıyla çevre ve iklim değişikliğini olumlu etkileyen durumlara verilen isimdir.

 

Karbon pozitiflik durumu sayesinde salınandan daha fazla emisyonu azaltmak, telafi etmek ve çevreyi restore etmeye yönelik olumlu adımlar atmak da mümkün hale gelir. Karbon pozitif olmak için yapılabilecekler arasında ormansızlaşmanın durdurulması, biyolojik çeşitliliğin geliştirilmesi, fosil yakıtların kullanılmaması, enerjinin tamamının yenilenebilir kaynaklardan sağlanması ve açığa çıkandan daha fazla emisyon için karbon dengeleme faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi gerekir. Bu anlamda, yalnızca mevcut çevresel kirliliği gerçekten azaltan insani faaliyetler ve üretimler karbon pozitif olabilir. Atık haline dönüşmüş materyal ve malzemelerin, bozulmuş alanların ve ekosistemlerin yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak çevresel iyileştirmeye katkı sağlayan ürünlere dönüştürülmesi bu uygulama için en iyi örneklerdir. Deniz tabanında hayalet ağa dönüşmüş ve deniz canlıları için bir tehlike içeren atık balıkçı ağlarının çıkarılıp zemin kaplaması malzemelerine dönüştürülmesi karbon pozitif üretim uygulamalarının en eski ve iyi örnekleri arasında kabul edilir.

Kavram hakkında detaylı bilgiye bu kaynaktan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çevresel Etki, Karbon Kredisi, Karbon Nötr

Karbon Salımı (Carbon Emission)

Karbon salımı, doğal ya da insan faaliyetlerinin sonucu olarak, iklim değişikliğine neden olan ve karbondioksit eşdeğeri olarak hesaplanabilen sera gazlarının atmosfere bırakılmasını ifade etmek için kullanılır.

 

Karbon salımının temel nedeni kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların enerji elde edilmesi amacıyla yakılmasıdır. Karbon salımları, dünya atmosferinde sera etkisi yaparak güneşten gelen ışınların yarattığı ısının hapsolmasına, dolayısıyla da küresel ısınma ile iklim değişikliğine neden olur. Sanayi Devrimi öncesi atmosferdeki oranı 280 ppm (milyonda bir parçacık) olan sera gazı emisyonları, aradan geçen yaklaşık 300 yıldaki karbon salımları nedeniyle bugün 400 ppm seviyesinin üzerine çıktı. Sera gazı oranlarındaki bu yükseliş nedeniyle Sanayi Devrimi öncesine göre halihazırda dünyanın ortalama ısısı 1,1 ila 1,2 derece artmıştır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarında güvenli ısınma sınırı olarak belirlenen 1,5 derecenin geçilmemesi için karbon salımlarının hızla azaltılması ve 2050 yılında küresel ölçekte karbon nötr hale gelinmesi gerekmektedir.

Kavramla ilgili detaylı bilgiye buradan erişebilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Karbon Nötr, Emisyon Ticaret Sistemi, İklim Değişikliği, Küresel Isınma

Karbon Saydamlık Projesi (CDP- Carbon Disclosure Project)

Karbon Saydamlık Projesi (Carbon Disclosure Project, CDP) yatırımcıların, şirketlerin, şehirlerin, eyaletlerin, bölgelerin ve kamu yetkililerinin çevresel etkilerini açıklamaları ve yönetmeleri için destek olan küresel bilgilendirme sistemini yürüten, kâr amacı gütmeyen uluslararası bir kuruluşudur.

 

Şirket ve şehir eylemleri üzerine en kapsamlı veri setine sahip olan CDP, çevresel raporlama konusunda en önemli ve güçlü platformlardan biridir. Binlerce şirket, şehir ve bölgenin raporlamalarını gerçekleştirdiği CDP’nin temel vizyonu, uzun vadeli olarak insanlar ve gezegen için çalışan ve gelişen bir ekonomi yaratmaktır. Yatırımcıları, şirketleri, şehirleri ve hükümetlerin çevresel etkilerini ölçmeleri ve bu etkilere göre hareket ederek sürdürülebilir bir ekonomi oluşturmalarına odaklanan CDP; binlerce şirkete, şehre, eyalet ve bölgeye iklim değişikliği, su güvenliği ve ormansızlaşma konularında risk ve fırsatlarını ölçmeleri ve yönetmeleri için destek olur.

Platformun resmi internet sitesine bu bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çevresel Etki, Karbon Pozitif, Yeşil Şehir

Karbon Ticareti ve Fiyatlandırma (Carbon Trading and Pricing)

Karbon ticareti ve fiyatlandırması, emisyona bir ücret koyarak ve/veya daha az emisyon için bir teşvik sunarak sera gazı emisyonlarını azaltan bir düzenleme mekanizmasıdır.

 

Devletler ve devlet dışı aktörler, sera gazı salımlarını azaltma amacıyla karbon fiyatlandırması başlığı altında iki ana tedbire yöneliyor; karbon ticareti ve karbon vergisi. Karbon fiyatlandırma da Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmak ve düşük karbon ekonomisini desteklemek adına ihtiyaç duyulan politikaların kritik bir parçası olarak kabul ediliyor.

Karbon fiyatlandırma, çoğunlukla kümülatif olarak en etkili gaz olan karbondioksite indirgenen, iklim krizine neden olan insan kaynaklı sera gazlarına ait şimdiye dek dışsallaştırılmış çevresel ve sosyal maliyetlerin bir fiyatlandırma mekanizması aracılığıyla sera gazı salımı gerçekleştirenler tarafından karşılanması anlamına geliyor.

Bu fiyatlandırma mekanizmaları aynı zamanda piyasa koşullarınca belirlenen karbon ticareti şeklinde veya devlet tarafından düzenlenen karbon vergisi yöntemi ile de olabilir. Karbon ticaretinin temeli uluslararası, ulusal, bölgesel veya daha küçük ölçeklerde karbon denkleştirme kavramına dayanır. Karbon ticareti sistemlerinde azaltımın maliyetler arasında denge sağlayan kurallar bütününün doğru ve adil bir şekilde belirlenmesi gerekir.

Dünya Bankası’nın “Karbon Fiyatlandırması Durumu ve Trendleri 2024” raporuna göre, 2023’te karbon fiyatlandırma gelirleri, AB'deki yüksek fiyatlar ve Almanya'nın bazı ETS gelirlerinde 2022'den 2023'e geçici bir kayma nedeniyle ilk kez 100 milyar doları aşmış durumda.

Kavram hakkında daha kapsamlı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması, Karbon Piyasaları, Karbon Denkleştirme

Karbon Tutma ve Depolama (Carbon Capture and Storage)

Karbon tutma ve depolama (KTD), büyük yakma tesislerinde enerji üretiminden ve diğer endüstriyel süreçlerden çıkan karbondioksiti baca gazından ayırma, taşıma ve depolama yoluyla uzun dönemde atmosferden izole etme işlemlerini ifade eder.

 

Karbon tutumu ve depolaması, genellikle kömür ya da doğalgazdan elektrik üreten tesisler ile sanayi tesisleri gibi büyük ölçekli tesislerde uygulanması düşünülen bir teknolojidir. Elde edilen karbondioksit sıkıştırılarak jeolojik yapılara (eski petrol veya doğalgaz kuyuları, ömrünü tamamlamış yeraltı kömür madenleri, derin tuz formasyonları vb.) ve mineral karbonatların içine konulur veya başka endüstriyel işlemlerde kullanılmak üzere stoklanır.

Depolama, bir KTD projesindeki en kritik ve günümüz itibarıyla en az bilgi ve beceriye sahip olunan süreç olarak öne çıkar. Depolama alanlarının tespiti için hem makro ölçekte değerlendirmelere hem de sahaya özel analizlere ihtiyaç duyulur ve bu çalışmalar genellikle uzun yıllar alır. Bir KTD tesisinin projelendirilmesi ve devreye alınması arasındaki süreç ortalama 5 ila 10 yıl arasında sürer.

Uluslararası Enerji Ajansı, KTD’nin kamuoyu ve politika yapıcılar nezdinde gerekli ilgiyi görmediğini, ilerleme sağlanabilmesi için hem teknolojik gelişime hem de yatırım konularında önemli adımlar atılması gerektiğini belirtiyor. Ayrıca araştırmalar, küresel ölçekte planlama aşamasında olan tüm kömür santrallerinin bu teknolojisiyle donatılması halinde bile 2 derece hedefine ulaşmanın mümkün olamayabileceğini gösteriyor.

Bunun dışında birçok araştırma, KTD’nin mevcut teknolojik düzeyinin maliyet açısından şu anda karlı görünmediğini ortaya koymaktadır. 2023 yılı itibarıyla halen KTD ile tutulan karbon, toplam küresel karbon emisyonlarının sadece %0,12’sini oluşturmaktadır. 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Avrupa Yeşil Mutabakatı, Karbon Kaçağı, İklim Mühendisliği

Karbon Yutak Alanları (Carbon Sinks)

Karbon yutak alanları veya karbon yutakları, atmosfere saldığından daha çok karbondioksiti atmosferden bünyesine çekerek depolayan doğal veya yapay sistemlerdir.

 

Karbon, dünya üzerindeki tüm yaşam için gereklidir; DNA'mızda, yediğimiz yiyeceklerde ve soluduğumuz havada bulunur. Dünyanın en büyük sistemlerinden biri de karbon döngüsüdür. Karbon döngüsü boyunca, canlılardan toprağa, topraktan bitkilere, bitkilerden atmosfere ve fotosentez yoluyla tekrar bitkilere olmak üzere yer değiştirir.

Atmosferdeki karbon ise oksijenle birlikte karbondioksit (CO2) bileşeni olarak var olur ve diğer sera gazları ile birlikte atmosferdeki güneş ısısının tutulum oranını belirler. Bu da dünyadaki iklim istikrarının temel belirleyicisidir.

Karbon yutakları, en temelde, atmosferden emilen karbondioksitin tutulduğu yerlerdir. Dünyanın en büyük karbon yutakları okyanuslar, toprak, yeşil alanlar ve ormanlardır. İnsan faaliyetleriyle atmosfere salınan ve özellikle fosil yakıtlardan kaynaklanan karbonu depolayan karbon yutak alanları, bu anlamda iklim krizine karşı önemli bir savunma alanıdır. İklim krizinin temel nedeni de bu anlamda, gezegenin doğal karbon yutaklarının emebileceğinden daha fazla karbon salınmasıdır. Bu nedenle iklim krizine karşı mücadelede karbon yutak alanlarının korunması ve geliştirilmesi hayati bir öneme sahiptir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: İklim Krizi, Sera Gazları, Karbon Salımı, Karbon Tutma ve Depolama

Karbonsuzlaştırma (Decarbonization)

Karbonsuzlaştırma, iklim değişikliğini durdurmak ve/veya sınırlamak amacıyla ülkelerin, şirketlerin veya sektörlerin planlı bir biçimde emisyonlarını azaltma veya ortadan kaldırma sürecidir.

 

Küresel sıcaklığın sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerine çıkmasını önlemek için birçok ülke 2050 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonuna ulaşma hedefi belirledi. Bu hedefe ulaşabilmek için ise hızlı bir karbonsuzlaştırma süreci gerekiyor.

Karbonsuzlaştırmanın en temel dinamiği fosil yakıtların yakılmasıyla ortaya çıkan sera gazı emisyonlarının azaltılmasıdır. Bu, rüzgar, güneş, hidroelektrik, jeotermal ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve mümkün olduğu kadar çok sektörün elektrifikasyonu sayesinde emisyonların önlenmesiyle gerçekleştirilebilir. Bunun yanı sıra binalarda, ulaşımda ve endüstrilerde enerji verimliliğinin artırılması ile genel enerji talebi ve buna bağlı emisyonlar da azaltılabilir. Karbonsuzlaştırma aynı zamanda doğal tabanlı veya teknolojik yöntemlerle karbon tutma ve yakalama ile tarım arazileri ve ormanlarda karbon depolamasını güçlendirmeyi de içerir.

Enerjinin nasıl üretildiğinden mal ve hizmetlerin nasıl üretilip sunulduğuna, binaların nasıl inşa edildiğinden arazilerin nasıl yönetildiğine kadar ekonominin tüm yönleri karbonsuzlaşma sürecinin parçası olarak kabul edilir. Gezegeni ısıtan karbondioksit ve metan emisyonları büyük ölçüde küresel ekonominin enerji üretimi; sanayi, ulaşım, binalar, tarım ve arazi kullanımı sektörlerinden kaynaklanıyor, dolayısıyla bu sektörlerin tamamının karbonsuzlaşması, iklim değişikliğiyle mücadelenin ana gündemi olarak kabul edilir.

IPCC’nin karbonsuzlaştırma raporuna buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sera Gazları, Karbon Piyasaları, Net Sıfır Emisyon

Kayıp ve Zarar (Loss and Damage)

Kayıp ve zarar, iklim değişikliğinin azaltım ve uyum çabalarına rağmen ortaya çıkan olumsuz etkilerini ifade etmektedir.

 

Uluslararası iklim müzakerelerinde kayıp ve zarar, iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle geri döndürülmesi zor kayıplar yaşayan ve bunları yerine koyabilecek mali kaynaklara ve gelişmişlik düzeyine sahip olmayan ülkelere ödenmesi gereken mali ve maddi yardımlar anlamında ele alınır.

Kavramının üzerinde herkesçe uzlaşılmış bir tanımı bulunmamasının temel nedenlerinden biri, gelişmiş ülkelerin, özellikle de ABD’nin bu sürecin sonu gelmez tazminat davalarına yol açacağı konusundaki endişesidir. Bu nedenle İklim Değişikliği Taraflar Konferansları’nda bu konunun resmi gündeme girmesi için büyük bir mücadele verildi, sonunda Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde 2022 yılında düzenlenen COP27’de Kayıp ve Zararlar Fonu’nun kurulması kararına varılabildi. COP28 Zirvesi’nde faaliyete geçen fonun başkanlığını Dünya Bankası üstlendi.

Kayıp ve zarar hem ekonomik hem de ekonomik olmayan kayıpları ifade edebilir. Ekonomik kayıp ve zarar, kasırga veya sel nedeniyle zarar gören kentsel altyapının yeniden inşa edilmesi veya deniz seviyesinin yükselmesi veya kıyı erozyonu nedeniyle kıyı şeridindeki arazinin kaybı gibi sorunları kapsayabilir. Ekonomik olmayan kayıp ve zararlar ise parasal bir değer biçilmesi zor ancak hayati düzeyde olumsuzlukları içerir. Bunlar arasında iklimle ilgili bir doğal afetin yarattığı travma, can kaybı, arazilerin kaybı, toplulukların yerlerinden edilmesi, iklim göçmenliği, tarih ve kültür kaybı veya biyolojik çeşitlilik kaybı gibi sorunlar sıralanabilir.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: İklim Değişikliğine Uyum, Karbon Ayak İzi, İklim Finansmanı

Keeling Eğrisi (Keeling Curve)

Keeling Eğrisi, Havai’nin Mauna Loa Gözlemevi’nde atmosferik karbondioksit oranının 1958 yılından itibaren alınan kaydıdır.

 

Charles David Keeling (20 Nisan 1928 - 20 Haziran 2005) 1948 yılında Illinois Üniversitesi Kimya Bölümü’nden mezun olduktan sonra 1954 yılında Northwestern Üniversitesi’nde kimya alanında doktora yaptı. 1956 yılında, sonraki 43 yıl boyunca çalışacağı Scripps Deniz Bilimleri Enstitüsü’ne katıldı ve ilk kez atmosferik numunelerin karbondioksit miktarını ölçen bir alet geliştirdi.

Enstitüye katıldıktan sonra Hawaii’nin Mauna Loa volkanında deniz seviyesinden 3000 metre yüksekliğe, havadaki karbondioksit miktarını ölçmek üzere bir gözlem üssü kurdu ve 1958 yılında ilk ölçümü yaptı, sonuç olarak 316 ppm (milyonda bir parçacık, parts per million) elde etti. Bu yerin seçilmesinin nedeni yerel sanayi ve bitki örtüsünden mümkün olduğunca az etkilenmesiydi. İlk iki yıllık ölçümlerden sonra, 1960 yılında havadaki karbondioksit miktarının mevsimlere bağlı olarak değiştiğini kanıtladı. Kuzey yarım kürede kışın bittiği ve baharın başladığı aylarda karbondioksit yıl içindeki en yüksek seviyesine ulaşıyor, yeşil bitkilerin çoğalıp büyüdüğü yazın başlarında ise en düşük seviyesine iniyordu. Bundan bir yıl sonra, topladığı verilere dayanarak atmosferdeki karbondioksit miktarının her geçen yıl arttığını ilk kez tüm dünya kamuoyuna duyurdu. Bu verilerin oluşturduğu grafiğe “Keeling Eğrisi” ismi verildi.

Buzul kesitlerinden alınan hava kabarcık numuneleri üzerinde yapılan ölçümlerle, Sanayi Devrimi’nden önce havadaki karbondioksit oranının 280 ppm’in altında olduğu saptandı. Sanayileşme ve hızla artan fosil yakıtların kullanımı ile bu oran 2024 yılı mart ayı itibarıyla yaklaşık 423 ppm seviyesindedir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye ve güncel karbondioksit oranına buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Fosil Yakıtlar, Karbon Ayak İzi, Antroposen

Kentsel Isı Adası (Urban Heat Island)

Kentsel ısı adası, kentsel alanların, etraflarındaki kırsal ve yeşil alanlara kıyasla belirgin biçimde daha sıcak bir yerel hava durumuna sahip olmasına verilen isimdir.

 

İlk kez 1833 yılında öncü meteorologlardan Luke Howard’ın 1801-1842 tarihleri arasında Londra’daki sıcaklık ölçümlerinin detaylı analiziyle ortaya koyduğu Isı Adası Etkisi’nin üç temel nedeni olduğu söylenebilir. Birincisi şehirlerde yer yüzeyinin doğal şeklinin insanlar tarafından yapılaşma aracılığıyla değiştirilmesi; ikincisi, kentlerde enerji kullanımının kırsal bölgelere göre çok daha fazla olması ve üçüncüsü ise kirliliktir.

Kentsel büyümenin bir zamanlar ormanlarla kaplı ve/veya tarım için kullanılan kırsal alanlara da yayılmasından dolayı bitkilerin havayı soğutma kapasiteleri şehirdeki materyallerin (asfalt, beton, tuğla) ısıyı depolama kapasiteleriyle yer değiştirir. Güneşten gelen radyasyon, binalar arasında kalan ve mecazi olarak “şehir kanyonları” olarak adlandırılan dar boşluklarda ve sokaklarda kapana kısılır ve yavaş yavaş yok olur.

Kentsel ısı adalarının diğer iki kaynağı da insanların enerji kullanımı (taşımacılık, yapı hizmetleri ve endüstri) ve kirliliktir. Kirletici maddeler arasındaki fotokimyasal etkileşimler arttıkça kirlilik de artar ve buna paralel olarak sıcaklık yükselir, ortaya kirli sisli hava çıkar. Bu durum ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Kentsel ısı adası etkisi rüzgâr düzenini, nem oranlarını, yağışları ve sıcaklıkları değiştirir. Hatta şehir çevresindeki bölgelerde tarımsal büyüme mevsiminin süresini bile uzatabilir.

2003 yılında yaşanan ve Londra’yı etkisi altına alan aşırı ısı dalgasının ardından Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen araştırmaya göre, sisiyle ünlü Londra’nın ısı adası etkisi şehir merkezinde 6, hatta bazı durumlarda da zirve yapıp 9 dereceye ulaştı. Kent merkezinde 37,6 dereceyi bulan sıcaklıkların, birçok ölüme neden olduğu ortaya çıktı. Aynı durumun onlarca büyük kentte yaşandığının ortaya çıkması, kentsel ısı adası konusuna olan ilgiyi artırmış ve yerel yönetimlerin önlemler konusunda çalışmalarını gündeme getirdi. 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Akıllı Şehirler, Karbon Ayak İzi, Yeşil Bina Sertifikasyonu

Kesişimsel Çevrecilik (Intersectional Environmentalism)

Kesişimsel çevrecilik, toplumsal ve çevresel sorunların birlikte ele alındığı, böylece ikisinin de sosyal ve çevre adaletinin ön plana çıktığı yeni bir çevre savunuculuğu yaklaşımıdır.

 

Amerikalı genç iklim aktivisti Leah Thomas tarafından 2020 yılında ortaya atılan kesişimsel çevrecilik yaklaşımı, en büyük esinini 1989 yılında Kimberlé Crenshaw tarafından geliştirilen “Kesişimsel Feminizm” teorisinden alır. Kavram feminizm tartışmaları içinde her kadının aynı imtiyazlara sahip olmayabileceğinden yola çıkarak fiziksel engel, sosyal/ekonomik statü, etnik köken, fiziksel görünüş, yaş, din, cinsel yönelim gibi birçok sebeple baskıya ve haksızlığa uğradığını, bu baskı ve haksızlığın sözü geçen alanların hepsinde her kadın için farklı seviyelerde olduğunu ifade eder.

Thomas, çevrecilik anlayışının da tıpkı feminizm gibi kesişimsel olması gerektiğinden yola çıkarak kavramı çevre savunuculuğuna uyarlamayı önerdi. Bu anlamda kesişimsel çevrecilik, sosyal ve çevre adaletinin birlikte ele alınmasını öngörüyor. Thomas, ABD’de artan ırkçılık sorununa da dikkat çekerek aynı coğrafyada farklı renkten insanların iklim krizinin sonuçlarına ve çevre problemlerine değişik oranlarda maruz kaldığını savunuyor. Bu sebeple, her çevre savunucusunun öncelikli olarak ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı mücadele etmesi gerektiğini dile getiriyor.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: İklim Adaleti, Ekofeminizm, Krutilla Kuralı

Kolektif Akıl (Collective Intelligence)

Kolektif akıl, insanların daha geniş bir bilgi, fikir ve içgörü yelpazesini harekete geçirerek, tek tek bireysel katkıların toplamından daha fazlası haline gelmesini sağlayan gelişmiş düşünsel kapasite olarak tanımlanır.

 

Yüzyıllar boyunca toplumlar, mahsulleri daha iyi yönetmek, hastalıklarla mücadele etmek, hava koşullarını tahmin etmek ve çok daha fazlası için bilgi, kültür ve araçların paylaşıldığı kolektif akla güvendi. Tek tek bireylerin zeka ve tecrübelerinin ötesine geçebilen kolektif akıl, dijital çağın başlamasıyla birlikte çok daha mümkün ve daha hızlı uygulanabilir hale geldi. Dijital olanakların kolektif aklın oluşmasına yönelik muazzam katkısının en iyi örneklerinden birisi Wikipedia olarak kabul edilir. 19. yüzyılda Oxford İngilizce Sözlüğü’nün ilk baskısının tamamını oluşturan 400.000 kelimeyi kitle kaynak (crowdsourcing) yoluyla oluşturmak neredeyse 70 yıl sürdü. Bu çalışmanın eşdeğeri olan İngilizce Wikipedia ise saniyede 1,9'dan fazla düzenleme alıyor ve ayda yaklaşık 200.000 yeni madde oluşturuluyor veya geliştiriliyor.

İnsanlığın bugün yüz yüze geldiği, iklim krizinden eğitime erişime kadar bir dizi sorunun çözümü için büyük olanaklar sunduğu düşünülen kolektif aklın tasarımında 4 temel ilke bulunuyor:

  1. Süreçlere dahil edilen kişilerin ve edinilen fikirlerin çeşitliliğini artırmak.
  2. İnsanların bağımsız ve özgür bir şekilde görüş ve fikirlere katkıda bulunmalarını sağlamak.
  3. Yeni fikirler ortaya çıkarmak için farklı veri türlerini entegre etmek.
  4. Vatandaş merkezli olmak; bunun için de veri çıkarmaya değil, veri güçlendirmeye odaklanmak.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Ekolojik Zeka, Sistem Düşüncesi, Sosyal Uyum

Kolektif Etki (Collective Impact)

Kolektif etki; bireylerin, kurumların ve kamu kuruluşlarının tek başına mücadele edemeyeceği veya çözüm getiremeyeceği meseleler etrafında çok farklı alanlarda çalışan aktörlerin ortak bir hedef için işbirliği, dayanışma ve ortak çalışma prensipleri doğrultusunda çalışmaları sonucu ortaya çıkan geniş ölçekli etkiye verilen isimdir.

 

Kolektif etki, farklı sektörlerden bir grup önemli aktörün belirli bir sosyal veya çevresel sorunu geniş ölçekte çözmek için ortak bir gündeme bağlılık göstermeleri sonucu ortaya çıkar. Bu yaklaşım, eşitliği sağlamaya yönelik bir ağ veya topluluğun birlikte öğrenmesi, ortak bir amaç doğrultusunda uyum içinde çalışması ve eylemlerini bütünleştirmesiyle gerçekleşir. Bu bağlamda sorunların çözümü için beş aşamalı bir süreç öngörülür: Ortak amaç belirleme, birlikte izleme, karşılıklı destekleyici faaliyetler yürütme, iletişim devamlılığı sağlama ve temel organizasyonun oluşumu.

İlk defa 2011 yılında Stanford Social Innovation Review’de yayınlanan bir makalede kullanılan kolektif etki yaklaşımı, eğitim, halk sağlığı, barınma sorunu, gençlik gelişimi, ekonomik ve kentsel kalkınma, toplumsal kalkınma ve çevre sorunlarının çözümünde önemli bir sosyal araç olarak kabul ediliyor.

Kavram hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çevresel Etki, Sosyal Uyum, Paydaş Katılımı, Sistem Düşüncesi, Sosyal Sermaye

Kompost (Compost)

Kompost, gıda ve zirai atıkların biyolojik olarak parçalanması yoluyla organik gübre üretilmesini sağlayan uygulamalara verilen isimdir.

 

Çiftçiler tarafından “siyah altın” olarak da adlandırılan kompost, gıda ve diğer organik atıkların dönüştürülmesi, toprak sağlığının iyileştirilmesi, sera gazı emisyonlarının azaltılması, besin maddelerinin geri dönüştürülmesi ve kuraklığın etkisinin hafifletilmesi dahil olmak üzere bir dizi çevresel fayda sağlar. Konutlarda ortaya çıkan organik atıkların kompostlaştırılması ise geri dönüştürülebilir kağıt, plastik ve metallerle karışmasının önlenmesi ve yerel yönetimlerce toplanacak atıkların azaltılması konusunda da önemli faydaları bulunur.

Evlerde ve iş yerlerinde de kolayca uygulanabilecek olan kompostun, vermikompost (solucan kompostu), sıcak kompost (Berkeley yöntemi) ve soğuk kompost olmak üzere üç temel türü vardır. Bu yöntemlerle elde edilecek kompost malzemesi ev ve bahçe bitkileri için son derece besleyici bir gübre haline gelir.

Kavram hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çevresel Etki, Geri Dönüşüm, Sera Gazları, Yeşil Atık, İleri Dönüşüm

Kritik Ham Maddeler (Critical Raw Materials)

Kritik ham maddeler, yüksek teknoloji ürünleri, yenilenebilir enerji ve savunma sanayi gibi ekonomik ve stratejik öneme sahip alanlarda kullanılan ancak her bölgede yaygın olarak çıkarılmadığı için tedariki zor olan üretim materyallerine verilen isimdir.

 

Doğada yeterince bulunmamaları ve çoğunlukla sınırlı sayıdaki ülke topraklarında çıkarılmaları, bu ham maddeleri değerli hale getirir. Örneğin lityum, kobalt ve bakır gibi bazı nadir toprak elementleri elektrikli araç bataryalarında, rüzgâr türbinlerinde ve akıllı telefonlar ve diğer dijital teknolojik araç gereçlerde kullanılır ve tedarik zincirlerindeki herhangi bir aksama, bu endüstrilerde büyük sorunlara yol açabilir.

Kritik önemleri nedeniyle 2011 yılından beri Avrupa Komisyonu, Ham Madde İnisiyatifi (Raw Materials Initiative) kapsamında her üç yılda bir Avrupa ekonomisi için kritik ham maddelerin bir listesini hazırlamaktadır.

Avrupa Birliği tarafından ve stratejik önemine vurgu yapılan kritik ham maddelerin sürdürülebilir şekilde yönetilmesi ekonomi, güvenlik ve teknolojik ilerleme için temel bir gereksinimdir. Bu nedenle ülkelerin, bu ham maddelerin kaynaklarını güvence altına almak için politikalar ve stratejiler geliştirmesi; geri dönüşüm, kent madenciliği ve alternatif malzeme ile teknolojiler üzerinde çalışması bir zorunluluk haline gelmiş durumda.

Kavram hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çatışma Bölgeleri Mineralleri, Doğal Kaynakların Laneti, İnsan Hakları ve İnsan Hakları Beyannamesi

Krutilla Kuralı (Krutilla’s Rule)

Krutilla Kuralı, klasik ekonomik yaklaşımın maliyet-fayda analizinin ötesine geçerek, eğer insanlar korunmuş bir durumu gelişmiş bir duruma tercih ediyorsa, bu tür tercihlerin meşru ve ekonomik hesaba katılması gerektiğini savunan görüştür.

 

İlk kez Amerikalı çevre ekonomisti John Krutilla’nın 1967 yılında yayınladığı makalesinde, özellikle çevresel etkisi bulunması muhtemel projelerin değerlendirilmesi için uygulanan analizlerin tamamen ekonomik bakış açısıyla uygulanan maliyet-fayda analizlerinden farklı olması gerektiğini öne sürmüştür. İsmini verdiği Krutilla Kuralı, geleneksel fayda maliyet analizinde bir projenin toplam bugünkü değerinin hesaplanması sırasında gelecekteki maliyetler ve faydaların sosyal iskonto oranı ile bugüne indirgenmesine karşı bir argüman öne sürer. Bu kurala göre bir şirketin yatırım yapıp yapmama kararını alması veya kamu otoritelerinin yatırıma izin verip vermeme kararında, uzun vadeli çevresel ve sosyal etkileri de hesaplaması gerekir.

Krutilla Kuralı'na göre özellikle kritik öneme sahip doğal çevreyi etkileme olasılığı bulanan projelerin fayda maliyet analizlerinde çok düşük veya sıfır risk ve bozulma oranlarına sahip olması gerekir. Böylece özellikle uzun vadede çevreye zarar veren projelerde, kısa vadeli faydalar, uzun vadeli maliyetlerden daha yüksek çıkmaz ve kuşaklararası adalet zarar görmez.

Örneğin bir hidroelektrik santrali yapılırken bu santralden yıllar boyunca elde edilecek elektriğin ekonomik değeri sosyal iskonto oranı ile günümüze indirgenmeli ama bu santral yapılırken zarar gören doğal varlıkların ve peyzajın değeri günümüz değerine indirgenmeden aynen kullanılmalıdır. Zira gelecekte ortaya çıkacak yeni enerji teknolojileri, sözgelimi güneş enerjisi, hidroelektriğin bugünkü değerini düşürecektir. Öte yandan, bölgesel bir ekosistemin canlı türlerinin veya kültürel mirasın kaybı yeri doldurulamaz ve geri döndürülemezdir. Dolayısıyla doğal ve kültürel varlıklar aslında gelecekte daha değerli hale gelecektir.

Krutilla’nın doğal varlıklara etkilerini içeren fayda maliyet analizlerinin uygulanma biçimine karşı geliştirdiği bu eleştiri daha sonra başka ekonomistler tarafından geliştirilmiş ve Çevresel Fayda Maliyet Analizi, Çevresel Etki Değerlendirme ve Katılımcı Çok Kriterli Değerlendirme gibi birçok değişik değerlendirme metotlarının ortaya çıkmasına öncülük etmiştir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çevresel Etki Değerlendirme, Jevons Paradoksu, Çevresel Kuznets Eğrisi

Kurum İçi Girişimcilik, Kurumsal Girişimcilik (Intrapreneurship)

Kurum içi girişimcilik veya kurumsal girişimcilik, herhangi bir organizasyonda çalışırken bir girişimci gibi düşünerek ve davranarak yenilikçilik yoluyla bir fikri kârlı bir bitmiş ürüne veya hizmete dönüştürme sorumluluğunu üstlenmektir.

 

Geleneksel kurumsal girişimciliğin alanı olarak düşünülen ödül ve motivasyon tekniklerinin yanı sıra risk alma ve inovasyon yaklaşımlarını da bütünleştiren bir kurumsal yönetim tarzının uygulanması olarak tanımlanan kurum içi girişimcilik kavramı ilk kez Amerikalı girişimci ve mucit Gifford Pinchot tarafından 1978 yılında yayınlanan bir makalede kullanıldı. Pinchot kurum içi girişimcileri "bir organizasyon içerisinde her türlü yeniliği yaratmanın sorumluluğunu üstlenen hayalperestler" olarak tanımladı. The American Heritage Dictionary ise 1992 yılında kurum içi girişimci (intrapreneur) kelimesini, "Büyük bir şirket içinde, iddialı risk alma ve yenilik yoluyla bir fikri kârlı bir bitmiş ürüne dönüştürme sorumluluğunu doğrudan üstlenen kişi" olarak betimledi.

Hem çalışılan kuruma hem de çalışana karşılıklı yarar sağladığı düşünülen kurum içi girişimciliğin, kurumların yetenekleri bulma ve kendi bünyesinde tutma konusunda da önemli fırsatlar sağladığı kabul edilir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Kurumsal Sürdürülebilirlik, Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik, İyi Yönetişim

Kurumsal Gönüllülük (Corporate Volunteering)

Kurumsal gönüllülük, herhangi bir işverenin, çalışanlarının toplumun yararına olan faaliyetlerde gönüllü olarak yer almasını teşvik etme ve destekleme yaklaşım ve politikasını ifade eder.

 

Kurumsal gönüllülük tanımı çalışanlar, işletme ve toplum arasında karşılıklı yarara dayalı bir ilişki yaratma ihtiyacını vurgular. Başarılı kurumsal gönüllülük projeleri tasarlamanın ve uygulamanın temelleri, bunların kuruluşa, çalışanlarına ve topluma belirli faydalar sağlaması üzerine kurulur.

Gönüllü eylem, çalışanların iletişimsel ve sosyal becerilerini geliştirirken şirketin de itibarını güçlendirir. Deloitte tarafından ABD’de ekonominin farklı sektörlerinde çalışan 1.000 kişi arasında kurumsal gönüllülük hakkında gerçekleştirilen bir anket, kurumsal gönüllülüğün çalışan verimliliğini artırdığını, daha iyi bir çalışma ortamı yarattığını ve şirket ile ürün/hizmetlerinin itibarını güçlendirdiğini ortaya koyuyor.

Kurumsal gönüllülük toplum üzerinde de önemli olumlu etkiler sağlar. Bu çerçevede; insanların yaşam kalitesinin iyileştirilmesi, temel kaynakların ve hizmetlerin bunlara en çok ihtiyaç duyanlara sağlanması ve çoğunlukla mali ve insan kaynakları eksikliği olan kâr amacı gütmeyen kuruluşların desteklenmesi gibi örnekler verilebilir.

Şirketler aynı zamanda eğitim, çevre ve sağlık gibi alanlarda yaşanan bazı zorluklara çözüm bulmada ve toplumun sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmada önemli bir rol oynar. Bunun yanı sıra işbirliğini ve sivil katılımı teşvik ederek, şirketlerin herkesin refahını artırmada aktif rol oynadığı daha güçlü bir topluluk yaratır.

 

Kavrama ilişkin daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sosyal Sermaye, Paydaş Katılımı, Etki Analizi

Kurumsal Sosyal Sorumluluk (Corporate Social Responsibility)

Kurumsal sosyal sorumluluk (KSS), şirketlerin temel motivasyonu olan kar elde etmenin ötesine geçerek toplumsal ve çevresel konularda sorumluluklarını yerine getirmelerine odaklanan ve gönüllülüğe dayanan bir işletme yönetim yaklaşımıdır.

 

Kurumsal sosyal sorumluluk, 2. Dünya Savaşı’nın ardından işletme teorisinin içinden gelişen bir çalışma ve tartışma başlığı olarak kabul edilir. H. Bowen’in 1953 senesinde yayımlanan “İş İnsanlarının Sosyal Sorumlulukları” yazısını başlangıç noktası kabul eden bu tartışma, mikro iktisat açısından bir şirketin kimlere karşı ne tür sorumlulukları bulunduğunu ve bu sorumlulukların kapsamını anlamak konusuna yoğunlaşır. 

Yapılan akademik çalışmalar KSS’nin beş temel boyutu olduğunu ortaya koymaktadır: Çevresel, ekonomik, sosyal, paydaşlık ve gönüllülük.

Çalışma alanları birbirine oldukça yakın olduğundan sürdürülebilirlik ve sürdürülebilirlik İletişimi çalışmalarıyla çoğu zaman iç içe geçen KSS’nin, kurumsal iletişim çalışmalarında karşılıklı etkileşime dayalı diyalojik yaklaşıma ve paydaş iletişimine geçişte önemli bir rol oynadığı kabul edilir. Ancak sürdürülebilirlik yaklaşımında temel odak, şirketin temel toplumsal ve çevresel etkileri üzerinde yoğunlaşırken KSS çalışmalarında kurumlar çalışma alanlarını çoğu zaman belirli bir sistem üzerinden belirlemezler. Sürdürülebilirlik özellikle Çevresel, Sosyal, Kurumsal Yönetim ve Üçlü Bilanço Sistemi üzerinden belirli bir sistematik üzerinden ilerler ve uluslararası bazı standart raporlama anlayışlarıyla ölçümlenebilirken, KSS çalışmaları bu konuda daha az sistematiktir. Bu nedenle KSS çalışmaları, giderek daha fazla öne çıkan ve etkileri ölçümlenebilen toplumsal yatırım projeleri ve toplumsal fayda kavramlarıyla birlikte ele alınıyor.

2010 yılında Uluslararası Standardizasyon Örgütü (ISO), şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluğu uygulamalarına yardımcı olacak bir dizi gönüllü standart olan ISO 26000 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Rehberini yayınlamıştır. Diğer ISO standartlarından farklı olarak ISO 26000, zorunlulukları belirtmektense rehberlik sağlar çünkü KSS'nin doğası niceliksel olmaktan çok nitelikseldir ve standartları belgelendirilemez.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

Bağlantılı kavramlar: Çevre, Sosyal, Kurumsal Yönetim, Üçlü Bilanço Sistemi, Eko-Etiketleme

Kurumsal Sürdürülebilirlik (Corporate Sustainability)

Kurumsal sürdürülebilirlik, şirketlerin yalnızca kâr odaklı stratejilerin ötesine geçerek, iş faaliyetlerinin dışsallıklar üzerindeki daha geniş etkilerini dikkate alan ve uzun vadeli çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliği sağlamayı amaçlayan iş yönetimi anlayışıdır.

 

Sürdürülebilirlik, Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından 1987 yılında yayımlanan Brundtland raporunda ilk kez “Sürdürebilir Kalkınma” başlığı altında bugün kullandığımız anlamda tanımlandığında, bir kalkınma ve makro iktisat yaklaşımıydı. Zaman içinde sürdürülebilir kalkınmanın sadece ulusal hükümetlerin çaba ve müzakereleriyle sağlanamayacağı ve özel sektörün geniş toplumsal ve çevresel etkisi anlaşıldıkça her bir kurumun anlaması ve uygulaması gereken bir işletme yaklaşımı olduğu da ortaya çıktı. 2000 yılında Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact), iş dünyasının sürdürülebilir kalkınmaya uyumlanmasını sağlamak için kuruldu. İnsan Hakları, Çalışma Standartları, Çevre ve Yolsuzlukla Mücadele’den oluşan dört temel başlığın altında yer alan 10 Temel İlke, kurumsal sürdürülebilirliğin temel yol haritası niteliğindedir.

Sürdürülebilirlik Raporlaması ve/veya Entegre Raporlama ile kayıt altına alınan ve kamuoyuyla paylaşılan şirketlerin kurumsal sürdürebilirlik ilerlemeleri, çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim ve Üçlü Bilanço Sistemi gibi kurumsal yönetişim yaklaşımlarıyla yönetilir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çevresel, Sosyal ve Kurumsal Yönetim, Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları

Kurumsal Yönetim (Corporate Governance)

Kurumsal yönetim (kurumsal yönetişim), bir şirketin yönetildiği ve kontrol edildiği kurallar, uygulamalar ve süreçler bütünü olarak tanımlanır.

 

Bir şirketin kurallar ve ilkeler doğrultusunda yönetilip yönetilmediğine, hissedarları ve paydaşlarıyla olan ilişkilerine yön veren kurumsal yönetim, doğru uygulandığında şirketlerin uzun vadeli gelişimini ve finansal istikrarlarını destekleyen bir güven, şeffaflık ve hesap verebilirlik ortamı yaratılmasına olanak tanır.

Kurumsal yönetim, şirketlerin kredi ve sermaye piyasalarından finansmana erişmesine yardımcı olur; bu da yenilikçiliği, üretkenliği ve girişimcilik ile ekonomik dinamizmi de teşvik eder. Aynı zamanda hissedar ve paydaşların şirketin değer yaratımına adil ve hakkaniyete uygun şartlarda katılmasını ve paylaşabilmesini sağlar.

Kurumsal yönetim, şirketlerin sürdürülebilirliğini ve dayanıklılığını desteklerken, daha geniş anlamda ekonominin sürdürülebilirliğine ve dayanıklılığına katkıda bulunur. Sürdürülebilirlik konularıyla ilgili sağlam bir kurumsal yönetim çerçevesi, şirketlerin hissedarların ve farklı paydaşların çıkarlarını tanımasına ve bunlara yanıt vermesine ve aynı zamanda kendi uzun vadeli başarılarına katkıda bulunmasına yardımcı olur. Böyle bir çerçeve, iklim değişikliği de dahil olmak üzere sürdürülebilirlikle ilgili güvenilir, tutarlı ve karşılaştırılabilir bilgilerin kamuoyu ile paylaşılmasının önünü açan bir politikayı gerektirir.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.  

Bağlantılı kavramlar: Paydaş Katılımı, Sorumlu Yatırım, Çevresel, Sosyal ve Kurumsal Yönetim

Küresel Isınma (Global Warming)

Küresel ısınma, sanayi öncesi dönemden bu yana başta fosil yakıtların yakılması olmak üzere insan faaliyetleri ve temel olarak da salınan sera gazlarının güneş ısısını atmosferde daha fazla tutması nedeniyle dünya yüzeyinin ısınması anlamına gelir.

 

Küresel ısınmaya neden olan temel sera gazları arasında karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazot oksit (N2O), hidroflorokarbonlar (HFCs), kloroflorokarbonlar (CFC's), perflorokarbonlar (PFCs), sülfürhekza florid (SF6), Su buharı (H2O), ozon (O3) sayılabilir. Bu gazlar atmosferde güneş ısısının tutulumuna sebep olarak dünya yüzeyindeki ısıyı ve buna bağlı olarak iklim şartlarını belirler.

Doğal döngüler ve dalgalanmalar son 800.000 yılda dünya ikliminin birçok kez değişmesine neden olmuşsa da, içinde bulunduğumuz küresel ısınma dönemi doğrudan insan faaliyetlerinden, özellikle de kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanır.

IPCC’nin 2018 yılında yayınlanan 1,5 Derece Özel Raporu’na göre, dünya yüzeyi sanayi devriminden bu yana 1,1 ila 1,2 derece ısınmıştır. 1,5 dereceyi aşan küresel ısınmanın iklim değişikliğini geri döndürülemez bir noktaya ve sonuçlara taşıyacağının belirtildiği Rapor, bu konudaki en önemli belge olarak kabul edilir.

İklim krizi konusunda çalışan akademisyenlerin ve hak savunucularının çoğunluğu, küresel ısınma yerine durumu daha iyi anlatan iklim krizi kavramını kullanmayı önerir, çünkü iklim krizi, küresel ısınma nedeniyle gerçekleşse de sonuçları havanın genel olarak ısınmasından çok daha karmaşıktır. Yerkürenin bazı yerleri aşırı ısınırken zaman zaman aşırı soğuk hava dalgaları yaşanabilir. İklim krizi, kendini genel ısınmadan daha çok aşırı hava olayları ve iklim istikrarının bozulmasıyla gösterir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sera Gazları, İklim Krizi, 1,5 Derece Küresel Isınma Özel Raporu

Küresel Karbon Bütçesi (Global Carbon Budget)

Karbon bütçesi, küresel ısınmayı belirli bir sıcaklık sınırının altında tutmak için atmosfere halihazırda salınmış ve önümüzdeki dönemde salınabilecek toplam küresel sera gazı miktarının hesaplanmasını ifade eder.

 

Paris Anlaşması çerçevesinde küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 1,5 derece güvenli ısınmada sınırlamak için belli bir karbon bütçesi belirlenir ve kurum ya da kişiler bu programa göre aksiyon alır. Karbon bütçesi iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir rol oynuyor. Exeter Üniversitesi Küresel Sistemler Enstitüsü’nde görevli Prof. Pierre Friedlingstein başkanlığında yönetilen Küresel Karbon Projesi (Global Carbon Budget Project) 2006 yılından itibaren düzenli olarak karbon emisyonları ve küresel iklim hedefleri konusunda karbon bütçesini takip ederek kamuoyunu bilgilendiriyor.

 

Küresel karbon bütçesi hesaplamalarına göre, atmosfere her yıl ortalama 40 milyar ton karbondioksit atmosfere salınıyor. Bu salımların sonucunda karbondioksitin atmosferde birikimi, karbon bütçesinin tükenmesine neden oluyor.

Söz konusu hesaplamalara göre, 2024 Ocak ayı itibarıyla sıcaklık artışını %50 olasılıkla 1,5 derecede sınırlamak için belirlenen toplam karbon bütçesi yaklaşık 2 trilyon 900 milyar ton. 2024 yılına kadar atmosfere salınan karbon miktarı ise yaklaşık 2 trilyon 650 milyar tonu bulmuş durumda. Bu hesaplamaya göre, 2024'ten itibaren 1,5 derece bütçesinden sadece 250 milyar ton karbon bütçesi kalmış durumda. Hesaplamalara göre eğer emisyonlar hızlı bir şekilde düşürülmezse, karbon bütçesi yaklaşık yedi yıl içinde tükenerek 1,5 derece hedefinin tutturulma ihtimalini ortadan kaldıracak. Güvenli ısınma sınırının oldukça ötesinde yer alan 2 derece sıcaklık artışı için belirlenen toplam karbon bütçesi ise 3 trilyon 740 milyar ton.

 

Kavram hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Dijital Karbon Ayak İzi, Dijital Ürün Pasaportu, Fosil Yakıtlar

Kyoto Protokolü (Kyoto Protocol)

Kyoto Protokolü, iklim değişikliği ile mücadele konusunda atılacak adımların netleştirilmesi için 1997 yılında kabul edilen ve 2005 yılında yürürlüğe giren ilk uluslararası çerçeve sözleşmesidir.

 

Protokol, ismini, anlaşmanın sağlandığı Japonya’nın Kyoto kentinden alır. Protokolün ayrıntılı uygulama kuralları 2001 yılında Marakeş’te gerçekleştirilen 7. Taraflar Konferansı’nda kabul edildi. “Marakeş Uzlaşmaları” olarak adlandırılan bu kurallar, 2005 yılında Protokol’ün 1. Taraflar Toplantısı’nda onaylandı.

Protokolde belirlenen azaltım hedefine ulaşmak için geliştirilen Uluslararası Emisyon Ticareti Temiz Kalkınma Mekanizması ve Ortak Uygulama gibi esneklik mekanizmaları ile uyumsuzluk halinde uygulanacak yaptırımlar, Kyoto Protokolü’nü diğer uluslararası çevre sözleşmelerinden farklı kılan en önemli özelliklerdir. Bu anlamda Kyoto Protokolü, Ek-I taraf ülkelerine sayısallaştırılmış emisyon azaltım hedefi belirten ilk uluslararası anlaşmadır.

2007 yılında Bali’de gerçekleştirilen 13. Taraflar Konferansı sonrası, “Sözleşme” ve “Protokol” başlığı altında iki yönlü uluslararası iklim değişikliği müzakerelerinin yürütüldüğü bir süreç başladı. Halen devam eden ve önemli uluslararası kararlara imza atılan Taraflar Konferansları, bu sürecin devamı olarak kabul edilir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Paris İklim Anlaşması, Taraflar Konferansları, Emisyon Ticaret Sistemi