Akıllı Hayat Sözlüğü

 

AKILLI HAYAT SÖZLÜĞÜ

Akıllı Hayat 2030 Sürdürülebilirlik stratejimiz doğrultusunda; çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim alanlarındaki hedeflerimizle değer zincirimizdeki tüm paydaşları gözeterek çalışıyor, radikal işbirliklerinden güç alıyoruz. Bu yaklaşımla, ekosistemimizde sürdürülebilirlik okuryazarlığını geliştirmek, bu alandaki bilgi birikimi ve farkındalığımızı artırmak amacıyla Ekologos Sürdürülebilirlik Yönetim ve İletişim Hizmetleri işbirliğiyle hazırladığımız Akıllı Hayat Sözlük’ü tüm paydaşlarımızın kullanımına sunuyoruz. 




Alfabeye Göre Arama Yap
Kelimeye Göre Arama Yap
A
B
C
Ç
D
E
F
G
H
I
İ
J
K
L
M
N
O
Ö
P
R
S
Ş
T
U
Ü
V
Y
Z
E-Atık (E-Waste)

E-Atık, arızalanan ve/veya kullanım ömrü dolan elektrikli ve/veya elektronik araçlardan geri kalan malzemelere verilen isimdir.

 

Uygun şekilde işlenmediği ve/veya geri dönüştürülmediğinde, çevre ve insan sağlığına zararlı etkiler içeren E-Atık kapsamında en yaygın örnekler bilgisayarlar, cep telefonları, çamaşır ve bulaşık makineleri, buzdolapları, elektrikli süpürge, saç kurutma makinası gibi gibi ev aletleri ile bir kısım tıbbi ekipmanlardır.

Her yıl milyonlarca ton e-atık, evlerde ve depolarda saklanmakta, diğer atıklarla karışarak atık alanlarına dökülmekte, ihraç edilmekte veya uygun olmayan koşullar altında yetkisiz kişiler tarafından çevre için zararlı teknikler kullanılarak geri dönüştürülmektedir. E-Atıklar, sistemli olarak bertaraf edilmediğinde, kurşun gibi zararlı nörotoksik maddeler de dahil olmak üzere, civa, kadmiyum, krom, fosfor, baryum, berilyum gibi 1000'e kadar farklı çevreye ve insan sağlığına zararlı kimyasal madde salabilir.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, sadece 2019 yılında 53,6 milyon ton küresel E-Atık oluştu ve bunların sadece %17,4’ü düzenli olarak toplanarak geri dönüştürüldü. WHO’ya göre dünyanın en hızlı artan katı atık türü olan E-Atıklar, aslında altından gümüş ve bakıra kadar çok değerli materyal içeriyor. E-Atıklar içindeki değerli madenleri ayrıştırmayı amaçlayan Kent Madenciliği çerçevesinde atık haline gelmeden geri dönüştürüldüklerinde, önemli bir Döngüsel Ekonomi kaynağı olarak ulusal ekonomilere büyük bir ek kaynak sağlayabileceği biliniyor.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Atık Yönetimi Geri Dönüşüm Aşağı Dönüşüm

Eko Tasarım (Eco-Design)

Eko tasarım, ürünlerin çevresel etkilerini minimuma indirmek amacıyla, tüm yaşam döngüsü boyunca sürdürülebilirlik prensiplerini dikkate alan bir tasarım yaklaşımıdır.

 

Üretimden kullanım ömrünün sonuna kadar, ürünlerin çevresel ayak izini azaltmayı amaçlayan eko tasarım, ham madde seçimi, üretim süreçleri, dağıtım, kullanım ve geri dönüşüm aşamalarını göz önüne alır. Bu, enerji ve kaynak verimliliğini artırarak, atık miktarını ve emisyonları azaltır. Eko tasarım kavramı, çevre hareketleriyle paralel olarak 1980’lerin sonunda ABD ve Avrupa'da ortaya çıkmıştır. 1990’ların başında Hollanda'da Delft Teknoloji Üniversitesi tarafından yayımlanan ilk ekolojik tasarım kılavuzu, kavramın gelişiminde ve uygulamalarında önemli bir adım olarak kabul edilir.

Bu yaklaşım, döngüsel ekonomiyi destekler ve ürünlerin yeniden kullanımını, geri dönüşümünü ve sürdürülebilir tüketimini teşvik eder. Eko tasarım uygulamaları, tüketicilere daha çevre dostu ürünler sunarak, sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmada önemli bir rol oynar. Bu sayede hem çevresel hem de ekonomik açıdan olumlu sonuçlar elde edilir.

 

Kavram hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Döngüsel Ekonomi, Dijital Ürün Pasaportu, Atık Yönetimi

Eko-Etiketleme (Ecolabeling)

Eko-etiketleme, benzer ürünlere kıyasla çevre ve insan sağlığı üzerinde daha az olumsuz etkisi olduğu kabul edilen ürünlerin üzerine konulan özel işaretleme ve sertifikasyon sistemlerine verilen genel isimdir.

 

Tüketicilere ürünlerin çevresel, ekolojik, insan sağlığı ve emek sömürüsü üzerine etkisi konusunda bilgi sağlamayı amaçlayan eko-etiketlemenin ana akım çevre politikalarında bir araç olarak kullanılması 1977 yılına, dönemin Federal Almanya hükümeti tarafından başlatılan “Blue Angel” programına kadar uzanır. Çeşitli ulusal standartlar ve etiketleme programları da gönüllülük esasına dayalı uluslararası eko-etiketleme sistemlerinin öncülü olarak kabul edilir. 1992 yılındaki Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’ndaki sürdürülebilirlik tartışmaları ile sürdürülebilir tüketim ve üretim konusuna yapılan vurgudan sonra, eko-etiketleme çalışmaları büyük bir hız kazandı.

Küresel üretim ve ticaret kalıplarını daha sürdürülebilir ve adil kılmayı hedefleyen eko-etiketleme girişimleri, tüketicileri yanlış bilgilendiren yeşil aklamaya (greenwashing) karşı da önemli bir mücadele zemini olarak kabul edilir. Eko-etiketleme girişimlerinin önemli bir bölümü, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının üçte birinin kaynağı olan tarım, balıkçılık ve ormancılık sektörlerine odaklanır. Kağıt ve orman ürünlerini sertifikalandıran FSC (Forest Stewardship Council/ Orman Yönetim Konseyi), deniz ürünlerine etiket veren MSC (Marine Stewardship Council/ Deniz Koruma Konseyi), fındık, çay ve kahve gibi orman ürünlerini sertifikalandıran Rainforest Alliance (Yağmur Ormanı İttifakı) ve gelişmekte olan ülkelerdeki üreticilere ve çalışanlara daha adil ticaret koşulları sağlamayı hedefleyen Fair Trade International (Uluslararası Adil Ticaret), en bilinen eko-etiketleme organizasyonlarına örnektir. Eko-etiketleme günümüzde turizmden ulaşıma, ambalajdan tekstile kadar birçok sektöre yayılmıştır.

Konu hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Yeşil Aklama Çevre Dostu

Ekofeminizm (Ecofeminism)

Feminizm ile ekoloji mücadelesini bir araya getiren ekofeminizm, kadınların baskı altına alınması ile çevrenin bozulmasının ortak sorumlusunun ataerkil düzen olduğunu öne süren düşünce akımı ve toplumsal harekettir.

 

Ekofeminizm toplumsal eşitlik konusunda kadınların toplum ve içinde yer aldığı doğal çevreyle ilişkisini yeniden tanımlama konusunda yol gösterici bir kavram olarak doğdu. Ekofeminizm doğanın, kadın emeği ve bedeninin sömürülmesini eşzamanlı ve birbiriyle ilişkili süreçler olarak ele alır.

François D’Eubonne, Ynestra King ve Vandana Shiva gibi kuramcılar tarafından ortaya atılan ekofeminizm, kadınların ezilmesi ve doğanın sömürülmesi arasında önemli bağlantılar kurar ve doğa ve kadınlar üzerindeki baskıya karşı ortak bir mücadelenin gerektiğini öne sürer.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Yeşil Aklama Ekokırım

Eko-Kaygı (Eco-Anxiety)

Eko-kaygı, çevresel kaygı veya eko-anksiyete, kişilerin, dünyanın ve onun ev sahipliği yaptığı tüm canlı yaşamının geleceğinden duyduğu ve kimi zaman ruhsal bir rahatsızlığa dönüşme ihtimali olan büyük endişeye verilen bilimsel isimdir.

 

“İklim değişikliği ızdırabı”, “eko-travma”, “eko-kaygı” ve “ekolojik yas” terimleri ile de ilişkilendirilen bu duygu durumu, günümüzde, tedavi edilebilir bir ruhsal bozukluk olarak kabul görmüyor ancak Amerikan Psikoloji Birliği (American Psychological Association, APA) tarafından, “iklim değişikliği etkilerinin geri döndürülemez olmasının gözlemlenmesinden kaynaklanan kronik çevre felaketi korkusu ve sonraki nesillerin geleceğinden buna bağlı duyulan endişe” olarak bilimsel bir tanımlamaya sahip.

Eko-anksiyete, kişinin ekolojik bir felakete tanık olmasıyla veya tanık olmasa dahi gerçekleşebileceği endişesiyle ortaya çıkıyor. Endişe durumu kronik hale geldiğinde, kişinin umutsuz hissetmesine, öfkeli olmasına veya sorumlu gördüğü insanları suçlamasına sebebiyet verebiliyor ve genel bir kaygı bozukluğu haline gelebiliyor.

Bazı uzmanlar iklim değişikliğine karşı duyulan bu endişenin, bunu yaşayan kişilerin doğaya sahip çıkmak ve ona zarar veren faktörlerle mücadele edebilmek için harekete geçmelerini sağlayabileceğini düşünüyor ve bu yüzden klinik bir vaka gibi ele alınmaması gerektiğini savunuyor. Bu noktadan hareketle bazı uzmanlar, eko-kaygıyı dolaylı olarak “geleceğe dair bir umut” olarak görüyor. Ancak diğer bir görüşe göre, tüm kaygı bozuklukları gibi bu durum, insanları harekete geçmekten çok, pasif ve karamsar bir hareketsizlik durumuna da sürükleyebilir. Uzmanlar asıl çözümün, kaygının gerçekliğini reddetmeden, diğer kaygılı ve/veya aktif insanlarla bir araya gelerek bu konuda küçük de olsa harekete geçmekte ve bir şeyler yapmakta olduğunu dile getiriyor. 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Ekolojik Zekâ, Ekolojik Vatandaşlık, Dünya Limit Aşım Günü

Ekokırım (Ecocide)

Ekokırım çevreye ağır ve geniş çaplı veya uzun vadeli zarar verme ihtimalinin yüksek olduğunun bilinciyle, hukuka aykırı veya keyfi olarak işlenen eylemlere verilen hukuki kavramdır.

 

Eski Yunanca’da “ev, yakın çevre” anlamına gelen; ancak modern dönemde habitat ve/veya doğal yaşam alanları olarak kullanılan eko (oikos) kelimesi ile Latince “caedere” (katletmek) fiilinden gelen “cide” kelimesinden oluşan ecocide Türkçe’ye ekokırım olarak çevrilmiştir.

Avukat Polly Higgins ve Jojo Mehta tarafından 2017 yılında kurulan Ekokırımı Durdurun Organizasyonu (Stop Ecocide International) tarafından önerilen bu tanım 2021 yılında 12 avukat tarafından oluşturuldu. 2023 yılında Avrupa Parlamentosu, ekokırımın Avrupa Birliği hukuk müktesebatına dahil edilmesini önerdi.

Avrupa Birliği, 2024 yılının şubat ayında, “ekokırım benzeri eylemleri” uluslararası suçlar kapsamına aldı ve bu konuda bağlayıcı adım atan ilk uluslararası yapı oldu. Kararla birlikte habitat kaybı ve yasadışı orman kesimleri de dahil olmak üzere ekosistem tahribatı gerçekleştiren kişiler, AB’nin güncellenmiş çevre suçları direktifi kapsamında hapse atılmak da dahil olmak üzere ağır cezalara çarptırılacak.

Direktif doğrudan ekokırım kelimesini içermese de gerekçesinde “Ekokırım ile kıyaslanabilir durumlar” ifadesine yer veriliyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ekokırımın beşinci uluslararası suç haline getirilmesini savunanlar, güncellenmiş direktifin ekokırımı etkili bir şekilde suç kapsamına aldığını ifade ediyor.

Bu konuda daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Antroposen, Biyoçeşitlilik Aşırı Hasat

Ekolojik Ayak İzi (Ecological Footprint)

Ekolojik ayak izi, insanın gezegendeki ekosistemler üzerindeki etkisini ölçmek için kullanılan temel bir sürdürülebilirlik göstergesi olarak Global Footprint Network tarafından geliştirilmiş bir kavram ve metodolojidir.

 

Bu metodoloji kapsamında, doğa üzerinde insan faaliyetleri sonucunda oluşan etki ile doğal kaynakların kendini yenileme kapasitesi arasındaki dengeye bakılır. Ekolojik ayak izi hesaplamalarında doğal kaynaklar “biyolojik kapasite”; doğa üzerindeki baskı ise “ekolojik ayak izi” kavramlarıyla açıklanır. Biyolojik kapasite, bir coğrafi bölgenin yenilenebilir doğal kaynak kapasitesini gösterir. Bir yerin biyolojik kapasitesini belirleyen etmenler temelde ikiye ayrılır: Alanın sınırları içerisindeki tarım arazisi, otlak, balıkçılık sahası ve orman alanlarının yüzölçümü ve söz konusu toprağın ya da suyun ne kadar üretken ve sağlıklı olduğu.

Biyolojik kapasite alan cinsinden hesaplanarak “küresel hektar” (kha) birimi ile ifade edilir. Küresel hektar ise, dünyanın ortalama verimliliği üzerinden bir hektar arazinin üretim kapasitesini temsil eder. Ekolojik ayak izi ise, mevcut teknoloji ve kaynak yönetimiyle bir bireyin, topluluğun ya da faaliyetin tükettiği kaynakları üretmek ve yarattığı atığı bertaraf etmek için gereken biyolojik olarak verimli toprak ve su alanını ifade eder.

Tarım arazisi ayak izi, orman ayak izi, otlak ayak izi, yapılaşmış alan ayak izi ve balıkçılık sahası ayak izi, ekolojik ayak izinin bileşenleri olarak tanımlanır. Küresel ekolojik ayak izinin en hızlı büyüyen bileşeni olan karbon ayak izi, toplam ekolojik ayak izinin %60’ından fazlasını oluşturuyor.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Dünya Limit Aşım Günü Sera Gazları Karbon Ayak İzi

Ekolojik Borç (Ecological Debt)

Ekolojik borç, özellikle kaynak sömürüsü, habitat bozulması ve atık transferinden kaynaklanan tarihsel çevresel adaletsizliğinin toplamından oluşan Küresel Kuzey'in Küresel Güney ülkelerine birikmiş borcunu ifade eder.

 

İklim adaleti başlığı altında gündeme gelen ekolojik borç yaklaşımına göre, düşük gelirli ülkeler ve toplumlar, küresel müşterekler üzerindeki kendi paylarının çok az bir kısmını kullanırken gelişmiş ülkeler 1850’lerden bu yana sınırsız bir büyüme ve oldukça düşük bir maliyetle çevreyi kirleterek ekonomilerini ve endüstriyel üstünlüklerini inşa etme fırsatı buldular.

Ekolojik borç kavramını öne sürenler, bu adaletsizliğe odaklanarak müştereklerin aşırı kullanımından ve sömürüsünden sorumlu olan tarafların, doğal kaynaklar üzerinde baskı kurdukları düşük gelirli ülkelere ekolojik bir borçları olduğunu savunuyor. 1990’ların başında gündeme gelen ekolojik borç kavramı, çevresel farkındalık, Batı’nın sömürgeci geçmişinden doğan sorumlulukları ve üçüncü dünya borç krizlerine ilişkin yaygın adaletsizlik algısı üzerine çalışan toplumsal hareketlerin tartışmaları içinde ortayla çıktı.

Ekolojik borç kavramı, bir ülkenin diğer ülkelere olan ekolojik borcunu (kamu borcu) gösterebileceği gibi, kuşaklar arası adalet bağlamında gelecek nesillere olan borcu (nesiller arası borç) ya da şirketlerin toplumlara olan borçlarını (özel borç) hesaplamak için de kullanılabiliyor. Kavram söz konusu adaletsizliğin, ahlaki bir borçtan niceliksel ve hesaplanabilir bir veriye dönüştürülmesini mümkün kılmasıyla önem kazanıyor, çünkü adaletsizliğin maddi tazmini için bir temel oluşturuyor. Kavramı bir çevre adaleti mücadelesinin içine yerleştirenler bu maddi tazminat ödemelerinin, sürdürülebilirliğin sağlanması, çevresel adaletsizliğin ortadan kaldırılması ve özellikle de iklim uyumu için önemli fırsatlar sunduğunu dile getiriyor.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: İklim Adaleti, İklim Değişikliği, Ekokırım

Ekolojik Vatandaşlık (Ecological Citizenship)

Ekolojik vatandaşlık, bir bireyin tüketim tercihlerini, gündelik hayatını ve tutumunu, tüm insanların, canlıların ve gelecek nesillerin çevresel ve sosyal refahını gözetecek şekilde bilinçli olarak değiştirdiği bir farkındalık durumunu ifade eder.

 

Andrew Dobson tarafından 2006 yılında ortaya atılan ekolojik vatandaşlık kavramsallaştırması, çevre politikası literatüründe yurttaş-devlet ilişkisine vurgu yaparak bu ikisi arasındaki sosyal sözleşmeyi ekolojik açıdan yeniden tanımlamaya çalışır. Ekolojik vatandaşlık, Dobson’ın sözleriyle, “ekonomik önlemlerle gerçekleştirilebilecek olanlardan çok daha derinde yer alan, tavır ve davranışlarda bilinçli bir değişime” işaret eder.

Devlet-yurttaş ilişkisini yeniden tanımlamayı amaçlayan kavram çerçevesinde, yurttaşın görev ve ödevleri devletle mütekabiliyet ilkesini veya karşılıklı çıkar gözetmeyi gerektirmez. Ekolojik vatandaşlık yaklaşımında gelecek nesillere ve insan-dışı canlılara dönük olarak da bir bireyin görev ve yükümlülükleri vardır. Mekansal ve zamansal olarak sorumlulukları şimdiki zaman ve yurttaşı olduğu ülkenin ötesine geçer. Örneğin faaliyetleri sonucu olarak ortaya çıkan sera gazları nedeniyle dünyanın başka yerlerinde ve ileride gerçekleşebilecek iklim değişikliği etkilerinden sorumludur.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Ekokırım, Ekolojik Zekâ, Ekolojik Ayak İzi

Ekolojik Zekâ (Ecological Intelligence)

Ekolojik zekâ, bireyin kişisel etkinlikleri ile dünyada meydana gelen olumsuz doğa değişimleri arasındaki ilişkiyi anlayabilme ve buna karşı reaksiyon gösterme becerisidir.

 

Uzun bir süre sadece kağıt-kalem testleri ile ölçmeye çalışılan zekâ anlayışı (IQ, intelligence quotient), Howard Gardner’ın 1983 yılında yazdığı “Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences” (Zihnin Çerçeveleri: Çoklu Zekâ Kuramı) isimli kitapla derinden sarsılmıştır. Sonrasında Gardner ilk etapta saptadığı yedi zekâ türüne sekizinci bir alan olarak “doğa-doğacı zekâ”yı ortaya atmıştır.

Ian McCallum’ın çalışmasından bir yıl sonra ise ABD’li psikolog ve yazar Daniel Goleman, 2009’da yayınladığı “Ecological Intelligence: How Knowing the Hidden Impacts of What We Buy Can Change Everything” (Ekolojik Zekâ: Satın Aldıklarımızın Saklı Etkilerini Bilmek Her Şeyi Nasıl Değiştirebilir) başlıklı kitap ile konuyu çok daha sistematik ve popüler hale getirmiştir.

Söz konusu çalışmalara göre, ekolojik zekâya sahip olmak, küresel anlamda gerçekleşen her türlü ekolojik problem ve olaya reaksiyon gösterebilmek anlamına gelmektedir. Doğa-doğacı zekada olduğu gibi insanın yalnızca doğaya ilgi duyması, hayvanları beslemesi yeterli değildir. Küresel anlamda dünyanın herhangi bir ucunda meydana gelen ve dünyayı doğrudan ve/veya dolaylı olarak etkileyebilecek olan her türlü duruma karşı hassas ve duyarlı olmak ve bu olumsuzluklara karşı reaktif olmak ekolojik zekanın göstergesi olarak kabul edilir.

Goleman, ekolojik zekaya sahip bireylerin ekolojiye zararlı olan ürünleri saptayabileceğini ve bu ürünleri satın almama yoluna gidebileceğini de vurgulamıştır. Zira, satın almamak pek çok şeyi değiştirebilir ve üreticileri daha sağlıklı ve ekoloji dostu ürünler üretmeye yönlendirebilir. Goleman ekolojik zekânın yol haritasını en basit olarak şu şekilde dile getirir:

- Çevresel etkinin farkına var.

- Bu konuda ilerlemeler kaydet.

- Öğrendiklerini başka insanlarla paylaş.

Küresel iklim krizi ile konu daha geniş çevreler tarafından ele alınmaya başlarken, ekolojik zekâ, Time dergisi tarafından dünyayı değiştirecek 10 fikirden biri olarak gösterilmiştir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Ekolojik Vatandaşlık Dünya Limit Aşım Günü Ekolojik Borç

Ekosistem Hizmetleri (Ecosystem Services)

Ekosistem hizmetleri, doğal ekosistemlerin ve onları oluşturan canlı ve cansız unsurların insanların hayatını sürdürmesi ve geliştirmesi için sağladığı koşul ve olanaklara verilen isimdir.

 

Kavram, 1970’li yılların sonlarında, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem kayıplarının insan sağlığı ve refahını nasıl doğrudan etkilediğini göstermek ve böylece doğayı koruma konusundaki uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek için doğa bilimciler tarafından geliştirildi.

Ekosistem hizmetleri doğal varlıkları (toprak, bitkiler ve hayvanlar, hava ve su) değer verdiğimiz şeylere dönüştürür. Örneğin mantarlar, solucanlar ve bakteriler diğer canlıların ölü bedenlerini bereketli toprağa dönüştürür ya da bitkiler, atmosferdeki karbondioksiti emer ve yerine insan hayatının sürdürülebilmesi için elzem olan gerekli oksijeni atmosfere salar.

En genelde Ekosistem hizmetleri dört farklı kategoride toparlanabilir:

  1. Düzenleme İşlevleri: Doğal ve yarı doğal ekosistemlerin, biyolojik, jeolojik ya da kimyasal döngüler ve süreçler yoluyla gerekli yaşam destek sistemlerini düzenleme kapasitesi. Ekosistem (ve biyosfer) sağlığının korunmasına ek olarak bu düzenleme işlevleri, insanlara doğrudan ve dolaylı olarak temiz hava, su ve toprak, biyolojik kontrol hizmetleri gibi birçok fayda sağlar.
  2. Habitat İşlevleri: Doğal ekosistemler, yabani bitki ve hayvanlara sığınma ve üreme alanları sağlar; böylece biyolojik ve genetik çeşitliliğin ve evrimsel süreçlerin korunmasına katkıda bulunur.
  3. Üretim İşlevleri: Bitkiler fotosentez veya inorganik kimyasal reaksiyonlar yoluyla, gıda ve ham maddeden enerji kaynaklarına ve genetik malzemelere kadar insan tüketiminde kullanılan birçok ekosistem ürünü sağlar.
  4. Bilgi İşlevleri: Doğal ekosistemler, genetik zenginliğe katkı sağlamalarının yanı sıra, bilişsel gelişim, rekreasyon ve estetik deneyim fırsatları sağlayarak insan sağlığına katkıda bulunurlar.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Ekolojik Ayak İzi Biyoçeşitlilik Döngüsel Ekonomi

El Nino

İspanyolca “küçük oğlan çocuğu” anlamına gelen El Nino, güney yarım kürede gerçekleşen ve biyosferde genel bir ısınma yaratan küresel bir okyanus-atmosfer olayıdır.

 

Güney Amerika'nın batı kıyılarında Noel zamanında etkili olduğundan küçük oğlan çocuğu, El Nino’nun olmadığı dönemlere ise “La Nina” yani küçük kız çocuğu ismi verilir. Bu dönemler görece daha serin geçer. El Nino, tropikal Pasifik'teki rüzgar, deniz yüzeyi sıcaklığı ve yağış düzenleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir ve küresel bağlantılar yoluyla Pasifik bölgesi boyunca ve dünyanın birçok farklı noktasında iklimsel etkileri bulunur.

3 ila 5 yıllık zaman aralıklarında gerçekleşen El Nino, kuvvetli meteorolojik olaylara neden olur. Yalnızca Amerika kıyılarını değil, dünyanın neredeyse her bölgesindeki iklim olaylarını (yoğun kar yağışı, kasırga, sel, heyelan veya kuraklığı artırarak) ciddi biçimde etkiler.

Meteorolojik veriler, El Nino’nun artık geçmişe kıyasla daha güçlü yaşandığını ve daha yüksek sıcaklıklar ve ona bağlı olarak daha güçlü fırtınalar getirdiğini ortaya koyuyor. Bunun ana sebebinin ise küresel ısınma sonucu okyanus sıcaklıklarının daha fazla yükselmesi olduğu düşünülüyor.

Kavram hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: İklim Değişikliğine Uyum, Dirençlilik/Dayanıklılık, 1,5 Derece Küresel Isınma Özel Raporu

Emerji (Emergy)

Emerji, belirli bir süreçte, çevre tarafından doğrudan ve dolaylı olarak sağlanan enerjinin (özellikle güneş enerjisinin) toplamı olarak, biyosferin dünyadaki yaşam süreçlerini desteklerken yaptığı işin bilimsel ölçütüdür.

 

Amerikalı biyolog Eugene Pleasants Odum tarafından 1988 yılında ortaya atılmıştır. Bu bakış açısında, bir kaynağın “değeri”, kaynak döngüsünün optimizasyonunu sağlayan evrimsel bir “deneme-yanılma” süreci içinde kaynağın doğa tarafından üretimi ve toplum tarafından işlenmesine bağlı olarak ele alınır.

Anaakım ekonomi teorileri “değer” kavramına parasal terimlerle yaklaşırken, emerji temelli değer kavramı, doğa tarafından sürdürülebilir üretim ve madde döngüsü için sunulan birincil kaynakların (güneş enerjisi, rüzgar, jeotermal ısı vb.) miktarıyla ilgilidir. Emerji hesaplaması yöntemi, herhangi bir mal veya hizmetin üretiminde kullanılan piyasa içi ve dışı kaynakların, hizmetlerin, malların ve kaynak havuzlarının üretilmesi için gereken kümülatif güneş enerjisinin çevresel değerini belirleyen nicel bir değerleme tekniği olarak kabul edilir.

Çevresel kısıtlar ve genel sistem ilkeleri her çeşit sistemin büyüme, doruk noktasına ulaşma, azalma ve restorasyon döngülerinden geçmesini zorunlu kılar. Odum, sürdürülebilirliği, sonsuza dek sürdürülebilecek bir durağan duruma ulaşmaktan ziyade kaynak salımlarına uyum sağlama kapasitesi olarak ele alır. Odum’un belirttiği gibi, daha uzun toplumsal döngülerin farkında olmak zor ancak ekosistemlerin daha kısa döngülerini kolayca tespit edebiliriz. Emerji yaklaşımı sayesinde de bu uyumu daha kolay sağlayabiliriz.

Kavram hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çevresel Kuznets Eğrisi, Devrilme Noktaları Ekosistem Hizmetleri

Emisyon Ticaret Sistemleri, ETS (Emission Trading Systems)

Emisyon ticaret sistemleri (ETS), iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarının maliyet etkin bir şekilde azaltılmasına yönelik temel araç ve yapılardan biridir.

 

Emisyon ticaret sistemleri kapsamında çeşitli işletme ve sektörlere yönelik belirli emisyon kotaları tahsis edilir ve bu sınırın üzerine çıkan yapıların belirlenmiş ton başına emisyon vergisi ödemesi zorunluluğu bulunur. Bu sayede bir yandan işletmelerin daha az emisyonla çalışan sistemlere geçmesi ve yatırım yapması teşvik edilirken, diğer yandan emisyon bedellerinden sağlanan bütçeyle sürdürülebilir işletme ve yapılara destek olunur. ETS, ülkelerin emisyon azaltımlarına katkı sağlayacak bir esneklik mekanizması olarak ilk kez 1997 yılında Kyoto Protokolü çerçevesinde geliştirildi.

Dünyada birçok ülkede ulusal çapta da uygulanan ETS sisteminin en gelişmiş ve aktif uygulamalarından biri Avrupa Birliği ETS sistemidir. Avrupa Birliği tarafından 2005 yılında başlatılan AB ETS, Avrupa Birliği iklim hedefleri doğrultusunda çeşitli sektörler üzerinden Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren işletmelerin emisyon azaltımlarına katkı sağlıyor. ETS sayesinde enerji ve sanayi tesislerinden kaynaklı emisyonların 2005-2022 yılları arasında %37 azaltılmasının sağlandığı hesaplanıyor.

2019 yılında yürürlüğe giren Avrupa Yeşil Mutabakatı gereğince sürekli yeni düzenlemelere tabi tutulan AB Emisyon Ticaret Sistemi kapsamında, 1 Ekim 2023 itibarıyla Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması da (SKDM) yürürlüğe girdi. Bu sayede, Avrupa Birliği dışında faaliyet gösterse de AB ülkelerine ihracat yapan üçüncü tarafların da AB ETS uygulamalarına dahil edilmesi hedefleniyor. Bu sayede, AB ETS’nin karbon yükümlülüklerinden kaçınmak için üretimlerini başka ülkelere taşıyarak karbon kaçağı oluşturan işletmelerin engellenmesi de sağlanıyor.

Kavram hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Avrupa Yeşil Mutabakatı, Karbon Kaçağı, Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması

Endüstriyel Ekoloji (Industrial Ecology)

Endüstriyel ekoloji, bir endüstriyel faaliyetin çıktısının diğerinin girdisi gibi ele alınabileceğini ve böylece ham maddelerin kullanımı, kirlilik ve atık bertarafına harcanan enerji ve emekten tasarruf edilebileceğini ifade eden yaklaşıma verilen isimdir.

 

İlk kez 1989 yılında Robert Frosch and Nicholas E. Gallopoulos’un “Scientific American” dergisinde yayınladıkları bir makalede kullanılan endüstriyel ekoloji terimi, endüstriyel sistemlerin doğrusal değil, aynı doğa gibi döngüsel çalışabileceğini ve bunun çevresel sorunlarımıza çözüm getirebileceğini öngörüyor.

Giderek daha fazla bilimsel çalışmaya konu olan endüstriyel ekolojinin temel ilkelerinden biri, toplumsal ve teknolojik sistemlerin biyosferin dışında değil içinde ve birbirine bağlı olarak gerçekleştiğinin vurgulanmasıdır.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Geri Dönüşüm, İleri Dönüşüm, Aşağı Dönüşüm

Endüstriyel Simbiyoz (Industrial Symbiosis)

Endüstriyel simbiyoz, kaynak verimliliğinin iyileştirilmesini, atıkların değerlendirilmesini ve çevresel etkinin azaltılmasını teşvik etmek maksadıyla çeşitli sektörlerden işletmelerin atıklarının karşılıklı kullanımını öngören bir endüstriyel ekoloji uygulamasıdır.

 

Endüstriyel ekoloji kavramının işletmeler arası düzeydeki boyutu olan endüstriyel simbiyoz, işletmeler arası etkileşimleri kapsar. Endüstriyel simbiyoz kavramı; doğada görülen, birbiriyle benzer olmayan türlerin ortak bir fayda oluşturmaya yönelik enerji ve madde alışverişini içeren “simbiyotik ilişki” kavramından türetilmiştir. İşletmeler faaliyetlerini sürdürebilmek için doğal çevredeki kaynaklara bağımlıdır. Endüstriyel simbiyoz çalışmalarının merkezinde bir tesisin ürettiği atığın geri kazanımı ve diğer tesislerde kaynak olarak kullanımı yer alır. İdeal bir endüstriyel simbiyoz uygulamasında da atıklar ve enerji, sistemdeki diğer aktörler tarafından kullanılır; böylece sistemin toplam ham madde ve enerji kullanımı ile atık ve emisyon üretimi azalır.  

Doğal ekosistemlerdeki verimliliğin endüstriyel sistemlere de uygulanması amacıyla geliştirilen endüstriyel simbiyoz, endüstriyel işletmelerin karşılıklı fayda sağlayacakları ortaklıklar kurması olarak da tanımlanabilir. Bu ortak kullanım, atıklar başta olmak üzere diğer kaynakları da (enerji, lojistik, insan gücü, yatırım, su vb.) kapsayabilir.

Endüstriyel simbiyoz yaklaşımı; ekonomik kalkınma, yeşil büyüme ve kaynak verimliliği çabaları için stratejik bir politika aracı olarak kabul edilir. Avrupa Birliği mevzuatı altında, endüstriyel simbiyozun potansiyel yararları Sürdürülebilir Tüketim ve Üretim Direktifi (Directive, 2009/125/EC) altında tanımlanmıştır.

Kavram hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sistem Düşüncesi, İklim Krizi, Karbon Ayak İzi

Enerji Şartı Anlaşması (Energy Charter Treaty, ECT)

Uluslararası enerji yatırımlarının korunması amacıyla 1994 yılında imzalanan ve 1998 yılında yürürlüğe giren çok taraflı ve yasal olarak bağlayıcı olan Enerji Şartı Anlaşması (Energy Charter Treaty, ECT), enerji sektöründeki yabancı yatırımcılara herhangi bir şirketin ulusal hukuka göre sahip olduğu mülkiyet korumasının çok ötesine geçen kapsamlı bir koruma sağlayan uluslararası bir düzenlemedir.

 

ECT kapsamında alınan kararlar ulusal ve uluslararası yasalarca düzenlenmiş hukuk sistemlerini takip eden ulusal veya uluslararası mahkemeler tarafından değil, tahkim heyetleri tarafından veriliyor. ECT yatırımcılara Yatırımcı-Devlet Uyuşmazlık Çözümü mekanizması (YDUÇ) adı da verilen özel tahkim sürecine erişim olanağı sağlıyor. Bu mekanizma sayesinde ECT kapsamındaki davalar mahkemeler tarafından değil, üç arabulucu avukattan oluşan özel uzlaştırma heyetleri tarafından görülüyor.

ECT’nin gündemde olmasının temel sebebi, içinde bulunduğu reform süreci. ECT mevcut hali ile devletlere ve yurttaşlara getirdiği ciddi ekonomik yükün yanı sıra büyük bir tehdit haline gelen iklim krizine karşı alınması gereken önlemleri yavaşlatma potansiyeli de taşıyor. Bu nedenle, Avrupa’nın, eski Sovyet ülkelerinde enerji şirketlerinin yatırımlarını korumak amacıyla tasarlanan ve dünya çapında 53 ülke tarafından onaylanan Enerji Şartı Anlaşması bugün, fosil yakıt santrallarını kapatmayı gerektiren adımlara karşı çıkmak adına kullanılması gerekçesiyle ciddi eleştirilerle karşı karşıya.

2023 Temmuz ayında Danimarka, Fransa, Almanya, Lüksemburg, Polonya, İspanya ve Hollanda gibi üye ülkelerin çoğunun iklim değişikliği endişelerini gerekçe göstererek anlaşmadan çıkmayı planladıklarını duyurmasının ardından, AB’nin koordineli bir şekilde anlaşmadan çıkması gündeme geldi. 2024 yılının mart ayında ise Avrupa Birliği üyelerinin, iklim değişikliğiyle mücadele çabalarını baltalayacağı endişesi nedeniyle Enerji Şartı Anlaşması’ndan ortaklaşa çekilme konusunda anlaştıkları açıklandı.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sera Gazları, Enerji Yoğunluğu, İklim Değişikliği

Enerji ve Çevre Dostu Tasarımda Liderlik (Leadership in Energy and Environmental Design, LEED)

Enerji ve Çevre Dostu Tasarımda Liderlik, LEED (Leadership in Energy and Environmental Design), Amerikan Yeşil Binalar Konseyi (US Green Building Council, USGBC) tarafından oluşturulmuş, bina ve altyapıların genel kalitesini iyileştirmeyi, çevresel etkisini azaltmayı ve insan refahını yükseltmeyi amaçlayan bir yeşil bina sertifikasyon sistemidir.

 

2024 yılı itibarıyla dünya çapında 186 ülke ve bölgede 197.000’den fazla sertifikalı bina ve 205.000'den fazla akreditasyonlu profesyoneli bulunan LEED yeşil sertifikasyon programının geliştirilmesindeki önemli isimlerden biri olan Doğal Kaynaklar Savunma Konseyi (National Resources Defense Council, NRDC) bilim insanı Robert K. Watson “LEED'in Kurucu Babası” olarak kabul edilir.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın (United Nations Environment Programme, UNEP) ev sahipliği yaptığı Küresel Bina ve İnşaat İttifakı'nın (GlobalABC) 2023 yılında yayınlanan İnşaat Malzemeleri ve İklim (Building Materials And The Climate)  göre, binalar ve inşaat sektörü halihazırda küresel emisyonların %37'sini oluşturuyor ve iklim kriziyle mücadelede en önemli alanlardan biri olarak kabul ediliyor. Misyonunu binaların karbonsuzlaştırılması, toplumun dirençliliğinin artırılması, ekosistemlerin restore edilmesi ve bina sakinlerinin refahını artıran eylemlerin ölçeklendirilmesi şeklinde tanımlayan LEED, 2024 yılı itibarıyla dünyanın en çok kullanılan bina sertifikasyon sistemlerinden biridir.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Yeşil Bina Sertifikasyon Sistemleri, Bina Araştırma Kuruluşu Çevresel Değerlendirme Yöntemi, Dirençlilik/Dayanıklılık

Enerji Verimliliği (Energy Efficiency)

Enerji verimliliği, binalarda yaşam standardı ve hizmet kalitesinin endüstriyel işletmelerde ise üretim kalitesi ve miktarının düşüşüne yol açmadan birim veya ürün miktarı başına enerji tüketiminin azaltılmasıdır.

 

Enerji verimliliği, enerji faturalarını düşürürken ve enerji güvenliğini güçlendirirken en hızlı ve en uygun maliyetli karbon azaltım seçeneklerinden bazılarını sağladığından temiz enerji geçiş çalışmalarında “ilk yakıt” olarak adlandırılır. Verimlilik, elektrifikasyon, davranış değişikliği ve dijitalleşme birlikte küresel enerji yoğunluğunu, yani ekonominin enerji verimliliğinin temel ölçüsü olan bir birim Gayri Safı Yurt İçi Hasıla (GSYİH) üretmek için gereken enerji miktarını şekillendirir.

Enerji verimliliği, küresel ısınmada 1-1,5 derece güvenli sınırında kalmak için gerekli olan 2050 Net Sıfır Emisyon hedeflerine ulaşılabilmesi için önemli bir araç olan talep edilen enerji miktarının azaltılmasına yönelik en büyük çözüm olarak kabul edilir.

Teknolojik gelişmeler ve inovasyon yoluyla enerji verimliliğinin artırılması, iklim değişikliği mücadelesi ve sera gazı emisyonlarının azaltımı için kritik önemdedir. 2023 yılında Dubai’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda (COP28) alınan en önemli kararlardan biri bu nedenle, küresel enerji verimliliğinin 2030 yılına kadar her yıl iki kat artırılmasıdır.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Enerji Yoğunluğu, İklim Değişikliği, Taraflar Konferansı

Enerji Yoğunluğu (Energy Intensity)

Enerji yoğunluğu, toplam enerji tüketiminin Gayri Safi Milli Hasılaya (GSMH) oranıyla hesaplanan yani bir birim Gayri Safı Yurt İçi Hasıla (GSYİH) üretmek için gereken enerji miktarını göstererek bir ekonominin enerji verimsizliğini anlatmakta kullanılan bir kavramdır.

 

Yüksek enerji yoğunluğu, enerjiyi GSMH'ya dönüştürmenin yüksek fiyatını veya maliyetini gösterir. Dolayısıyla kullanılan enerjiden ne kadar fazla çıktı alabildiğinizin işaretidir. Enerji yoğunluğunu artıran temel unsurlar, sanayi ve konutlardaki verimsiz enerji kullanımıdır. Enerji verimliliği arttıkça ülkelerin enerji yoğunluğu oranları da düşer.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Enerji Verimliliği, Emerji, Sera Gazları

Entegre Raporlama (Integrated Reporting)

Entegre raporlama, şirket faaliyetinin önemli finans ve sürdürülebilirlik meseleleri arasındaki bağlantıyı ve sürdürülebilirlik meselelerinin değer yaratımını devam ettirmek üzere uzun vadeli stratejiyle nasıl bütünleştirildiğini kamuoyuyla paylaştığı raporlama yöntemidir.

 

Bir kuruluşun içinde yer aldığı dış çevre bağlamında stratejisi, yönetimi, performansı ve gelecekten beklentilerinin kısa, orta ve uzun vadede nasıl değer yarattığının kısa ve öz bir iletişimi biçimi olan entegre raporlamanın temel ilkeleri, I Uluslararası Finansal Raporlama Standartları Vakfı (International Financial Reporting Standards, IFRS) ) ve Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu (International Accounting Standards Board, IASB) tarafından belirlenir.

Entegre raporlamanın geçmişi 1994 yılında Nelson Mandela’nın, Güney Afrika’daki kurumlara duyulan güvensizliği azaltabilmek amacıyla şeffaflık ve bilgi paylaşımını teşvik etmek üzere Mervyn King’in King Komitesi’ni kurması için görevlendirmesine kadar dayanır. Entegre raporlamaya ilişkin küresel boyutta çalışmalar 2010 yılında Uluslararası Entegre Raporlama Konseyi’nin (International Integrated Reporting Council - IIRC) kurulması ile kurumsal bir yapı kazandı. IIRC, şirketlere entegre rapor hazırlamalarında yön gösterecek, uluslararası kabul görmüş bir entegre raporlama çerçevesinin hazırlanmasını misyonu olarak belirledi ve 2011 yılında ilk tartışma dokümanını yayımladı. IIRC Türkiye’nin de yer aldığı çok sayıda ülkeden özel sektör, kamu, sivil toplum temsilcileri ve akademisyenlerden gelen görüşler doğrultusunda son haline getirilen Entegre Raporlama Uluslararası Çerçevesi’ni (International IR Framework) 2013 yılının Aralık ayında yayımladı.

Finansal rapor kullanıcılarına sunulan bilginin kalitesini artırmayı ilke edinen entegre raporlama, kurumsal raporlamaya daha bütüncül ve verimli bir yaklaşım getirmeyi, sermayenin geniş bir tabanı (finans, üretilmiş, fikri, insan kaynağı, sosyal, ilişkisel ve doğal) için hesap verebilirlik ve yönetilebilirlik öğelerini güçlendirmeyi ve kısa, orta ve uzun vadeli değer yaratılmasını teşvik etmeyi hedefler.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sürdürülebilirlik Endeksleri, Etki Yatırımı, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)

Entropi (Entropy)

Entropi, ısı ile iş yapma arasındaki ilişkiyi inceleyen termodinamik yasalarının ikincisinde mekanik işe çevrilemeyecek termal enerji olarak tanımlanan ve her şeyin yıprandığını ve düzensizleştiğini ifade eden fen bilimleri yasasıdır.

 

İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler yaşlanır ve ölür, eşyalar eskir, otomobiller paslanır ve evrendeki düzensizlik artar. Düzensizlik arttıkça bir işe dönüşebilecek enerji miktarı azalır ve bir işe dönüşemeyecek enerji miktarı, yani entropi artar. Bir sistemin entropisinin artmaması ancak tamamen kapalı ve izole olması halinde olabilir. Açık sistemlerde ise entropinin artması kaçınılmazdır.

Entropi yasasına göre, enerjiye dayalı her dönüşümde, iş yapma kapasitesinin bir bölümü kaybedilir ve dışarıdan enerji aktarılmadığı sürece bir süre sonra sistemin çalışması mümkün değildir. Entropi kavramı, doğal kaynakların çıkarılması, enerji kullanımı, atıkların üretimi ve geri dönüşüm gibi ekonomi-çevre etkileşimlerinin yanı sıra sosyal bilimlerde de kullanılır.

Entropi yasası sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için sistemin doğrusal değil, döngüsel olarak tasarlanması gerektiğini gösterir. Ekonomik sistemler, düşük entropi maddelerini yüksek entropi maddelerine dönüştürme üzerine kurulursa bir süre sonra sürdürülebilirliğini kaybeder. Gezegenler gibi kapalı sistemlerin sürdürülebilirliği ancak dışardan enerji aktarımıyla mümkündür. Örneğin, ekonomik sistemin güneş enerjisi gibi dışsal ve sonsuz bir kaynaktan gelen enerjiye dayalı, kendi kendini yenileyebilen ve döngüsel bir şekilde kurulması durumunda sistemin ömrü çok daha uzun hale gelir. Benzer şekilde enerji verimliliği de entropiyi sınırlamak için önemlidir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Enerji Verimliliği, Emerji, Enerji Yoğunluğu

Erişim Ekonomisi (Access Economy)

Erişim ekonomisi, müşterilerin doğrudan sahiplik yerine mal ve hizmetlere kiralama yoluyla erişmesini sağlayan ve böylece kitlesel tüketimin azaltılması ve kaynak tüketimini verimli hale getirdiği düşünülen yeni bir iş modelidir.

 

Bu modelde şirketler, varlıklarını kiralamak isteyen tedarikçileri bu varlıkları geçici olarak kullanmak isteyen tüketicilerle buluşturacak teknolojik platformlar geliştirirler ve tam zamanlı daimi çalışanlar yerine büyük ölçüde bağımsız yükleniciler ve serbest çalışanlar tarafından oluşturulan geçici ve yarı zamanlı pozisyonlara dayanan bir iş gücüne dayanırlar. Bu modelin en bilinen örnekleri AirBnb, ZipCar ve Uber’dir.

Erişim ekonomisi, mal ya da hizmetin mülkiyet ayrıcalığını ortadan kaldıracak kadar ucuz, tatmin edici, kullanışlı ve güvenilir hale gelmesiyle tüketicilerin mal ya da hizmetlere erişimini kolaylaştırır. Bu sayede satın almak yerine kiralamak daha tercih edilir hale gelir. Bu da daha az satış ve dolayısıyla üretim aracılığıyla daha verimli kullanım anlamına gelir. Bu sayede kaynak verimliliği sağladığı düşünülen erişim ekonomisine en büyük eleştiri ise yarattığı esnek iş gücü üzerinden gelir. Geleneksel endüstrilerde çalışanlar sendikalaşma, sağlık hizmeti sağlanması, asgari ücret, sözleşme feshi ve çalışma saatleri konusundaki işçi haklarından faydalanırken erişim ekonomisinde yer alan çalışanlar, serbest çalışanlar veya tedarikçiler olarak kabul edildiğinden temel iş güvencelerinden çoğunlukla yoksundur.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Paylaşım Ekonomisi, Türetim Ekonomisi, Döngüsel Ekonomi

Eşitlik (Equality)

Eşitlik, insanların doğuştan kazanılmış hakları olduğunu, belirli bir toplum veya yalıtılmış bir grup içerisindeki tüm insanların yasalar önünde eşit haklara sahip olduğunu savunan görüştür.

 

İnsanlık tarihi boyunca bireylerin yaşadıkları toplum içinde eşit haklara sahip olduğunu savunan görüş ve hareketler olmasına karşın eşitlik, özellikle Avrupa’da yaşanan reform ve rönesans dönemleriyle birlikte daha güçlü bir kavramsal çerçeveye kavuştu.

Eşitlik, yasalar önünde eşit haklar (güvenlik, oy kullanma hakkı, konuşma ve toplanma özürlüğü, mülkiyet hakkı gibi) ve toplumsal mal ve hizmetlere eşit seviyede erişmeyi kapsar. Zaman içinde ekonomik eşitlik kavramlarını da yani eğitim, sağlık ve diğer toplumsal haklara eşit erişim hakkını da kapsar hale geldi.

Tarihsel olarak bakıldığında mutlak bir rejime karşı insanların haklarını tanıyan ilk yasal belgenin İngiltere’de 1215 yılında imzalanan Magna Carta olduğu söylenebilir. 1776'da Amerikan Devrimi'nin başlangıcında Thomas Jefferson tarafından yazılan ABD Bağımsızlık Bildirgesi'nde yer alan "Bütün insanlar eşit yaratılmıştır." ifadesi de eşitlik kavramının ilk kez yasal bir metinde ifade edilmesi olarak yorumlanır. Yine 1789 Fransız Devrimi'nin ardından yayımlanan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin ilk maddesinde yer alan “İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak faydaya dayanabilir.” ifadesi, eşitlik kavramanın gelişiminde önemli bir rol oynar. Coğrafyamızda ise "Eşitlik" kelimesi Anadolu'da bir hukuk metninde ilk kez Osmanlı İmparatorluğu döneminde 3 Kasım 1839 tarihinde yayınlanan Tanzimat Fermanı'nda (Gülhane Fermanı) açıkça geçmiştir.

Eşitlik kavramına evrensel bir nitelik kazandıran yasal metin ise Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Haziran 1948'de hazırlanan ve 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nda kabul edilen 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’dir. Bildiride “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.” ifadesiyle insanların toplumsal eşitliği uluslararası düzeyde tanındı.

İnsanların eşit haklarla ve özgür olarak doğduğunun Birleşmiş Milletler bildirgesiyle kabul edilmesine karşın, bunun fırsat eşitliği ve ekonomik eşitlik açısından evrensel düzeyde geçerli olmadığına yönelik eleştiriler sürüyor. Birleşmiş Milletler raporları da ekonomik durum, toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsel tercihler konusunda eşitliğin hala sağlanmadığını ortaya koyuyor.

2015 yılında ilan edilen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları da toplumsal ve çevresel konularda eşitlik ilkesinin hala tam olarak uygulanamadığına, dünyanın çeşitli bölgelerindeki eşitsizlik ve ayrımcılığa karşı izlenecek politikalara vurgu yapıyor. Çevresel ve toplumsal sorunlara karşı mücadelede önemli bir rol oynayan Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin (United Nations Global Compact) 10 temel ilkesinin İnsan Hakları ve Çalışma Standartları başlıkları altındaki 6 ilkesi de iş dünyasında yaşanan eşitlik sorunlarına doğrudan vurgu yapıyor.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sosyal Uyum, Çeşitlilik, Kapsayıcılık

Etik (Ethics)

Etik, ahlaki açıdan doğru ve yanlışın ya da iyi ve kötünün ne olduğuna dair felsefi kuram ve araştırmalar alanına verilen isimdir. Yaygın kullanımda daha çok ahlaki olarak iyi ve doğruyu gösteren tutum, davranış ve yaklaşımları ifade eder.

 

Kökeni, “karakter” ve “kişisel eğilim” anlamlarına gelen Antik Yunanca “êthos” kelimesine dayanan ve gündelik hayatta insanların doğru ve iyiyi seçmesini sağlayan bir kavram olan etik, aynı zamanda siyasi, kültürel ve toplumsal alanlarda yapılan çalışmaların tutarlı ve ahlaki olup olmadığını ifade etmek için de kullanılır.

20. yüzyılın sonlarına doğru iş yaşamındaki rüşvet ve yolsuzluk, kayırmacılık, dolandırıcılık gibi olumsuz eylemlerin artışı, etik konusunun iş hayatında daha fazla gündeme gelmesine yol açtı ve çeşitli kurumlar ile iş organizasyonları kendilerine özgü etik kodlar, ilkeler veya kurallar adıyla rehberler oluşturmaya başladı.

Etik kurallar, iş hayatındaki profesyonellerin dürüstlüğüne ve dürüstlükle iş yapmalarına rehberlik etmeyi amaçlayan bir dizi prensiptir. Bir etik kurallar rehberi, iş etiği, mesleki uygulamalar ve çalışanların davranışları gibi alanları da kapsar. Kuruluşun misyonunu ve değerlerini ana hatlarıyla çizerken, herhangi bir ihlal durumunda çözüme yönelik adımlar konusunda rehberlik eder.  Kurumsal Etik Kuralları eşitlik, güvenilirlik, saygı, sorumluluk, adalet, özen ve yurttaşlık gibi evrensel ahlaki standartların iş faaliyetlerinde uygulanması için temel yol göstericidir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çeşitlilik, Kapsayıcılık, Eşitlik

Etki Ölçümleme (Impact Measurement)

Etki ölçümleme, kurumların gerçekleştirdiği çeşitli faaliyetlerin yarattığı sosyal değişimi ölçmeyi hedefleyen süreç ve yaklaşıma verilen isimdir.

 

Etki ölçümleme genellikle ne kadar büyüklükte bir sosyal değişimin meydana geldiğini ve bu değişimin bir kuruluş tarafından üstlenilen faaliyetlere ne denli atfedilebileceğini anlamaya yönelik bir süreç olarak ele alınır. Her kuruluşun sağladığı değişimin öyküsünü anlatabilmesi için sosyal etkisini ölçmesi oldukça önemlidir, çünkü kuruluş destekçileri, paydaşları ve fon sağlayıcıları bahsi geçen etkileri bilmek ister. Ayrıca etki ölçümleme sonucunda elde edilen bilgiler ile kuruluşlar kaynaklarını kullanmakta ve faaliyetlerini yaymak istedikleri alanları belirlemekte ve konumlandırmakta daha başarılı olabilirler.

Etki ölçümlemeye dair daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sosyal Finansman, Etki Yatırımı, Sosyal Etki

Etki Yatırımı (Impact Investing)

Etki yatırımı, finansal getirilerin yanı sıra ölçeklenebilir ve ölçümlenebilir sosyal ve çevresel faydalar elde etmeyi amaçlayan bir yatırım stratejisidir. Bu strateji, yatırımcıların sermayelerini toplumsal ve çevresel sorunlara çözüm sunmayı hedefleyen projelere yönlendirmelerini sağlar.

 

Etki yatırımı, sadece sosyal ve çevresel kriterleri karşılayan şirketlere yatırım yapmayı içermekle kalmaz, aynı zamanda bu kriterleri karşılamayan şirketlerden kaçınmaya kadar geniş bir yaklaşımı içerir. Etki yatırımları sosyal ve çevresel olarak sınıflandırılabilir. Etki yatırımı yapmak, finansal getirilerden ödün vermek anlamına gelmez, aksine, bu tür yatırımlar hem finansal kazanç sağlama potansiyeline sahip olabilir hem de kurumun uzun vadeli sürdürülebilirliğine katkıda bulunur. Yatırımcıların yalnızca kâr elde etmelerini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sosyal ve çevresel sorumluluklarını yerine getirerek pozitif bir etki yaratmalarına da olanak tanır.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sosyal Finansman, Sosyal Girişim, Etki Ölçümleme