Akıllı Hayat Sözlüğü

 

AKILLI HAYAT SÖZLÜĞÜ

Akıllı Hayat 2030 Sürdürülebilirlik stratejimiz doğrultusunda; çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim alanlarındaki hedeflerimizle değer zincirimizdeki tüm paydaşları gözeterek çalışıyor, radikal işbirliklerinden güç alıyoruz. Bu yaklaşımla, ekosistemimizde sürdürülebilirlik okuryazarlığını geliştirmek, bu alandaki bilgi birikimi ve farkındalığımızı artırmak amacıyla Ekologos Sürdürülebilirlik Yönetim ve İletişim Hizmetleri işbirliğiyle hazırladığımız Akıllı Hayat Sözlük’ü tüm paydaşlarımızın kullanımına sunuyoruz. 




Alfabeye Göre Arama Yap
Kelimeye Göre Arama Yap
A
B
C
Ç
D
E
F
G
H
I
İ
J
K
L
M
N
O
Ö
P
R
S
Ş
T
U
Ü
V
Y
Z
Değer Zinciri (Value Chain)

Değer zinciri; malzeme tedariği, üretim, tüketim ve geri dönüşüm süreçleri dahil olmak üzere bir ürün veya hizmetin yaşam döngüsünün yanı sıra son kullanıcının da dahil edildiği, çevresel ve toplumsal faydaların da ele alındığı bütüncül bir tedarik zinciri yaklaşımıdır.

 

Değer zinciri, birçok işletmenin stratejik planlamasının önemli bir parçasıdır. Tedarik zincirleri ile değer zincirlerinin iş ve operasyon sahasında net farklılıklar bulunur. Tedarik zinciri, son kullanıcıdan başlayıp geriye doğru bir ürüne giden tedarik yollarını kapsarken; değer zinciri son kullanıcıların bu zincirle yaratılan değer hakkında düşünmesini ve tüketilen ürünün atık veya geri dönüşüm sürecini de hesaba katmasını gerektirir.

Değer zinciri bir üretim veya hizmet operasyonunu girdiler, dönüşüm süreçleri ve çıktılara sahip alt sistemlerden meydana gelen bir yapı olarak değerlendirmeye dayanır. Geleneksel üretim ve iktisat anlayışında değer genellikle dar ekonomik anlamda kullanılırken değer zinciri yaklaşımında değer; etik ve ahlaki kaygılar, döngüsel iş anlayışı, ekosistem hizmetlerinin sağlanması ve müşteri katma değeri gibi parasal olmayan diğer faydaları kapsayacak şekilde ele alınır. Bu anlamda değer zinciri yaklaşımı işletmelerin tedarik zincirlerinin de katıldığı tüm faaliyetlerinin etki ve faydalarını ele alan bir sürdürülebilir iş yönetimine ulaşmasında temel yol haritalarından biridir.

Kavramı hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Geri Dönüşüm, Türetim Ekonomisi, Yaşam Döngüsü Analizi, Sürdürülebilir Tedarik Zinciri

Devrilme Noktaları (Tipping Points)

İlk kez Malcolm Gladwell’in 2000 yılında yayınlanan “The Tipping Point- Kıvılcım Anı: Küçük Şeyler Nasıl Büyük Farklar Yaratır?” kitabında dile getirilen devrilme noktaları terimi, bir sistemin genellikle aniden ve/veya geri dönülemez şekilde alt üst olduğu kritik eşik olarak tanımlanıyor.

 

“Kritik kütle anı, eşik, kaynama noktası” olarak tanımlanan ve birçok farklı alanda da kullanılan devrilme noktası terimi iklim biliminde, aşıldığında iklim sisteminde büyük, hızlanan ve çoğu zaman geri döndürülemez değişikliklere yol açan kritik dönüşüm anlamına geliyor. Eğer devrilme noktaları aşılırsa, insan toplulukları üzerinde ciddi etkileri olması muhtemeldir ve küresel ısınmanın çok daha hızlanmasına sebep olabilir.

Devrilme noktalarına örnek olarak, güçlü bir sera gazı olan metanın açığa çıkmasına neden olan permafrostun (donmuş toprağın) erimesi veya gezegenin daha hızlı ısınmasına neden olacak şekilde gezegenin albedo (yansıtabilirlik) oranını azaltan buz tabakalarının ve buzulların erimesi verilebilir.

Bilim insanları, gezegenin sanayi öncesi döneme kıyasla 1 dereceden fazla küresel ısınmasının devrilme noktalarının yaşanma olasılığını artırdığını ifade ediyor. Küresel ısınmanın 2 derecenin üzerine çıkması halinde ise devrilme noktalarının yaşanma olasılığının büyük oranda artacağı tahmin ediliyor. Jeolojik kayıtlarda eski çağlarda dünyada devrilme noktalarının çeşitli kereler yaşanmış olabileceğini düşündüren pek çok iz bulunuyor.

Bugün Batı Antarktika ve Grönland buz tabakaları, Amazon yağmur ormanları ve mercan resifleri gibi bazı kritik ekosistemlerin devrilme noktalarının aşılmasına yakın olduğu veya halihazırda geçildiği de iddia ediliyor. En büyük tehlikelerden biri ise bir sistemdeki devrilme noktasının aşılmasının başka devrilme noktalarını tetiklemesi olasılığı olarak görülüyor.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Antroposen, İklim Değişikliği, Sera Gazları

Dijital Karbon Ayak İzi (Digital Carbon Footprint)

Dijital karbon ayak izi, dijital cihazların üretimi, kullanımı ve veri aktarımı sırasında açığa çıkan toplam karbondioksit emisyonlarıdır.

 

Bilindiği gibi, dijital ayak izi, interneti kullanırken oluşan veri izidir. Ziyaret edilen internet sitelerini, gönderilen e-postaları ve çevrimiçi hizmetlere ulaşan bilgileri içerir. Bu etkinlikler sırasında hem aktif kullanıcının cihazları hem de verilerin alınmasına ve gönderilmesine imkân sağlayan internet kaynakları ve veri merkezleri enerji kullanır. Cihazların çalışması sırasında kullanılan enerjinin yanı sıra sunucu ve veri ambarlarının bulunduğu büyük veri merkezlerinin soğutulmasında da önemli miktarda enerji harcanır. Bu da dijital karbon ayak izinin artmasına neden olur.

Örneğin dünyanın en popüler arama motoru olan Google’da bir günde gerçekleşen 3,5 milyar arama işlemi, internetteki tüm karbon ayak izinin yaklaşık %40’ını oluşturuyor. Yine hesaplamalara göre her 10 dakikalık video izleme aktivitesi yaklaşık olarak 1g karbon emisyonuna yol açıyor. TweetFarts’a göre bir tweet göndermek için harcanan enerji ise 0,2 gram karbondioksit üretiyor ve günlük olarak gönderilen yaklaşık 500 milyon tweet ile toplam 10 metrik ton karbondioksit salımı gerçekleşiyor.

 

Teknolojinin sürekli ilerlemesi ve tüketici alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerden dolayı dijital karbon ayak izi sürekli artıyor ve şu anda internetin toplam karbon ayak izinin, hava ulaşımının ayak izini aştığı tahmin ediliyor.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Karbon Ayak İzi, Sera Gazları, İklim Değişikliği

Dijital Ürün Pasaportu (Digital Product Passport)

Dijital ürün pasaportu, bir ürünün tüm yaşam döngüsü hakkında eksiksiz bilgi içeren dijital belgelere verilen isimdir.

 

Bir ürünün ham madde kaynağından üretim süreçlerine, dağıtımından kullanım ömrü sonuna kadar olan tüm bilgileri kapsayan dijital ürün pasaportları, tüketicilere ve işletmelere ürün hakkında detaylı bilgi sunarak daha bilinçli satın alma kararları vermelerini sağlar. Bu sayede, çevresel ayak izini minimize etmek ve döngüsel ekonomiyi desteklemek mümkün hale gelir. Ayrıca yasal otoritelerin ürünler üzerindeki denetim olanağını genişletir.

Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilen ve sürdürülebilirliği teşvik eden bu sistem sayesinde, tüketiciye daha fazla şeffaflık sağlamak ve ürünlerin çevresel etkilerini azaltmak hedeflenir. Ürünlerin izlenebilirliğini artırarak geri dönüşüm ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmada yardımcı olur. 2024 Temmuz ayında Avrupa Birliği tarafından yürürlüğe konulan Sürdürülebilir Ürünlerin Ekotasarımı Direktifi’nin (The Ecodesign for Sustainable Products Regulation, ESPR), 3. ekinde tariflenen, “ürün sürdürülebilirliği ve döngüselliği açısından ürün bilgilerinin paylaşılması” hedefinde önemli bir role sahip olan dijital ürün pasaportu, Avrupa Sağlık ve Dijital Yönetim ajansı (European Health and Digital Executive Agency) tarafından geliştiriliyor.

 

Kavram hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Karbon Ayak İzi, E-Atık, Eko-Etiketleme

Dirençlilik/Dayanıklılık (Resilience)

Dirençlilik, ister birey, ister bir ekosistem, ister bir kent, isterse ulusal ve bölgesel ekonomi düzeyinde olsun, bir sistemin değişim ve şoklarla başa çıkabilme kapasitesi anlamına gelir.

 

COVID-19 pandemisiyle birlikte daha çok konuşulmaya başlanan dirençlilik kavramı ilk olarak 60’ların sonu 70’lerin başında ekoloji çalışmalarında avcı/yırtıcı türlerle av popülasyonları arasındaki ilişkinin incelenmesi sırasında ortaya çıktı. Kavrama olan ilgi, ekonomik, ekolojik ve sosyal krizlerin giderek daha güçlü ve yaygın yaşanmasıyla artış gösterdi. 1999 yılında kurulan The Resilience Alliance (Dirençlilik İttifakı) isimli bilimsel araştırma ağı, kavramın daha çok yayılmasını sağladı ve konu üzerine ilk akademik konferans 2008 yılında Stockholm’de düzenlendi.

Dirençlilik kavramı temelinde insan-doğa ikilemini reddederek insanın parçası olduğu dinamik sosyoekolojik sistemlerin bütüncül olarak incelenmesi gerektiğini savunur. Ekosistemi derinden etkileyen ve sonrasında yarattığı bozulmadan etkilenen insan topluluklarının kurduğu ekonomik ve toplumsal sistemlerin de bu bozulmadan etkilendiğinden hareketle, dirençlilik 21. yüzyılda temel tartışma konularından biri haline geldi. Dirençlilik, beklenmedik döngü, kırılma ve sosyoekolojik olayların hız ve etkisinin arttığı günümüzde, insanların söz konusu ekolojik sınırlar içerisinde yaşayabilmesi için gösterilen çabaların toplamı olarak da ifade ediliyor.

Bu bağlamda dirençlilik, insanların içinde bulundukları ve parçası oldukları sosyoekolojik sistemlerde finansal krizlerden iklim değişikliğine farklı anlamlardaki şok, stres ve değişimlerle başa çıkarken girdikleri yenilenme ve yaratıcı düşünme döngüsünü gösterir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Devrilme Noktaları, İklim Değişikliği, İklim Değişikliğine Uyum

Doğal Kaynakların Laneti (Curse of Natural Resources)

Doğal kaynakların laneti, petrol, kömür veya doğal gaz gibi zengin doğal kaynaklara sahip ülkelerin ekonomilerini getiri garantili ve çok kârlı bu kaynağa gittikçe daha bağımlı hale getirmeleri sonucunda içine düştükleri ekonomik, siyasal ve toplumsal kısır döngüyü anlatan bir kavramdır.

 

“Lanet” sözcüğünden anlaşılacağı gibi, doğal kaynakların bolluğuna rağmen söz konusu ülke ekonomisinin ve toplumsal gelişiminin gittikçe kötüye gitmesi büyük bir olasılıktır. Bu süreç, söz gelimi petrol gibi bir doğal kaynağın keşfinin ardından hükümetlerin yatırımların çoğunu bu kaynağı çıkarmaya yöneltmesiyle başlar. Ardından petrol gelirinin bir kısmı ekonominin diğer sektörlerine veya teknolojik yatırımlara aktarılmak yerine tekrar daha fazla petrol çıkarılması için ayrılır. Kalan kısmı da diğer kamu harcamalarının finansmanında kullanılır. Kamu kesimi, bollaşan gelirle birlikte giderek daha fazla harcama yapar ve kamuda verimlilik ve tasarruf azalır. Bol gelir nedeniyle ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesi veya yeni sektörlere yatırım geri planda kalır. Hükümetler sınırsız gördükleri bu geliri popülist harcamalarda kullanır; vergiler düşer, israf artar. Petrol dışında hiçbir büyük sektörü ve gelir kalemi olmayan ülke, petrol gelirlerine daha da bağımlı hâle getirir.

Benzer şekilde şirketler de enerji pastasından pay almaya yönelir. Ekonominin diğer sektörleri âtıl kalır, gelişmek için gereken motivasyon yok olur, inovasyon gelişmez. Bu süreç ülke içinde yolsuzlukların artmasına, demokrasi ve özgürlüklerden uzaklaşılmasına da vesile olabilir. Uzun vadeli eğitim yatırımları gerektiren “kaynakların adil dağıtılması” ve “demokratikleşme” gibi kavramlar topluma yerleşmez. Yöneticiler ve şirketler için siyaseten ve ekonomik olarak kârlı olduğundan, halk kısa vadede yapılan harcamalardan memnun olduğundan ve yapılan harcama ve borçlanmalar gelecekte daha fazla petrol geliri elde edilmesini zorunlu kıldığından dolayı ilk adıma (sektörün önceliklendirilmesi) geri dönülür ve bir kısır döngü oluşur. Sahip olunan doğal kaynak, ülkenin ve toplumunun gelişmesine değil, gerilemesine ve çöküşüne neden olur.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Fosil Yakıtlar, İklim Değişikliği, Antroposen

Doğal Sermaye (Natural Capital)

Doğal sermaye, küresel ekonominin temelini ve insan refahının temelini oluşturan jeoloji, toprak, hava, su ve tüm canlı organizmaları içeren dünyanın doğal kaynak stokuna verilen isimdir.

 

Doğal sermaye, en temelde ekosistemin boyutunun (miktarının) ve durumunun (kalitesinin) bir fonksiyonu olarak anlaşılabilir. İnsanlara ekosistem hizmetleri olarak da adlandırılan mal ve hizmetler sağlayan doğal sermaye varlıklarının niceliksel ve niteliksel durumunun hesaplanması, bugün ve gelecekte doğadan sağlanabilecek kaynakların verimli ve sürdürülebilir şekilde kullanımı için hayati öneme sahiptir. Ekonomik sermayenin bir bileşeni olarak kabul edilen doğal sermaye hesaplamaları, kaynakların uzun vadeli olarak sürdürülebilir bir biçimde kullanılıp kullanılmadığını gösteren en temel değerlendirmelerden biridir.

Doğal sermaye kavramı ilk kez 1973 yılında İngiliz istatistikçi ve ekonomist E. F. Schumacher tarafından “Küçük Güzeldir” (Small is Beautiful) adlı kitabında kullanıldı. Sonrasında Herman Daly, Robert Costanza ve Ekolojik Ekonomi biliminin diğer kurucuları tarafından geleneksel ekonominin önemli eksikliklerinden biri olarak değerlendirildi ve geliştirildi. Zaman içinde ekosistem hizmetleri değerlemesinin temeli haline geldi.

Üretim faktörlerinin geleneksel ekonomik analizinde, doğal sermaye genellikle geleneksel sermayeden farklı “toprak” olarak sınıflandırılır. Toprak ve sermaye arasındaki tarihsel ayrım, toprağın doğal olarak sabit bir arzla oluştuğunu öngörür. Sermaye ise yalnızca insan yapımı malları niteler. Ancak doğal sermaye yaklaşımıyla birlikte bu ayrımın yapay ve yanıltıcı olduğu ortaya kondu çünkü doğanın üretim kapasitesi sabit değildir; doğal sermaye zaman içinde insanın eylemleriyle geliştirilebilir veya azaltılabilir.

 

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Ekosistem Hizmetleri, Ekolojik Borç, Ekolojik Ayak İzi

Donut Ekonomileri (Doughnut Economics)

Oxford Üniversitesi Çevresel Değişim Enstitüsü araştırmacısı Kate Raworth tarafından geliştirilen donut ekonomileri, sınırsız ekonomik büyümenin toplumsal eşitsizliğe ve ekolojik çöküşün derinleşmesine neden olduğunu öne süren yenilikçi bir ekonomi modelidir.

 

2012 yılından beri tartışılan ve Türkçe’de “Simit Ekonomisi” olarak da bilinen model, Raworth’un 2017 yılında yazdığı kitapla birlikte küresel kamuoyunda daha çok konuşulmaya başlandı.

Gezegenin sınırları dahilinde herkesin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir sistem öngören bu modelde kapsayıcı ve sürdürülebilir kalkınma, çevresel sınırlar ve toplumsal temeller arasında yer alır. Bu iki sınır arasında, insanlığın gelişmesi için çevre açısından güvenli ve adil bir alanı temsil eden simit şeklinde bir alan bulunur. Bu alanda kalmayı başarmak için yeni iş yapış biçimlerine ihtiyaç vardır. Modele göre kötü tasarlanmış çevresel limitli ekonomik modeller, sosyal temellere zarar verirken iyi tasarlanmış politikalar ve modeller hem yoksulluğu ortadan kaldırabilir hem de çevresel sürdürülebilirliği sağlayabilir.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Dirençlilik/Dayanıklılık, Döngüsel Ekonomi, Adil Geçiş

Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksleri (Dow Jones Sustainability Indices, DJSI)

1999 yılında oluşturulan Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksleri, sosyal, çevresel ve kurumsal yönetim açısından, halka açık şirketlerin performanslarını izleyen ve notlandıran ilk küresel endekslerden biridir.

 

Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksleri (DJSI), S&P Dow Jones Endeksleri ve RobecoSAM (Sürdürülebilir Varlık Yönetimi) arasındaki stratejik ortaklık kapsamında işletilmektedir. Dünya çapında uzun süredir faal olan Endeksler hem yatırımcılar hem de şirketler için sürdürülebilirlik yatırımlarında temel referans noktalarından biridir.

2012 yılında S&P Dow Jones Endeksleri, S&P Endeksleri ile Dow Jones Endekslerinin birleşmesiyle son halini alan Endeksler, kurumsal yönetim, risk yönetimi, iş etiği, şeffaflık, markalaşma, iklim değişikliğinin azaltılması, tedarik zinciri standartları, insan hakları ve işgücü uygulamaları gibi konuları değerlendiren sürdürülebilirlik performansının analizine dayanır. Endüstri Sınıflandırma Karşılaştırmasına (ICB) göre tanımlanmış 60 endüstrinin her biri için genel ve sektöre özel sürdürülebilirlik kriterleri içerir.

Endeksle ilgili tüm bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: BIST Sürdürülebilirlik Endeksi, Antroposen, Çevresel, Sosyal ve Kurumsal Yönetişim

Döngüsel Ekonomi (Circular Economy)

Döngüsel ekonomi, ekonomide kaynak verimliliği, geri dönüşüm, endüstriyel simbiyoz, yaşam döngüsü, beşikten beşiğe gibi kavramları teşvik eden üretim/tüketim ilişkilerini doğrusal değil döngüsel olarak kurgulayarak uygulayan alternatif bir iktisadi yaklaşımdır.

 

Doğrusal ekonomi yaklaşımında “doğal kaynakları çıkar, ham maddeyi işle, ürünleri üret, atıkları bertaraf et” süreci söz konusuyken, döngüsel ekonomi modelinde atıkların yeniden ve tekrar kullanılabilme fırsatları değerlendirilir.

İlk kez 1990 yılında çevre ekonomistleri D. Pearce ve R.K. Turner tarafından “Doğal Kaynakların Ekonomisi ve Çevre” kitabında ortaya atılan döngüsel ekonomi anlayışının çıkış noktası, biyomimikri olarak da tanımlanan doğanın işleyiş sistemlerinin taklit edilmesidir. Doğada su, azot ve oksijen döngülerindeki gibi, her canlının atığı diğer bir canlının besini haline gelir ve bu döngüsel bir çevrim oluşturarak atığın oluşmasını engeller. Endüstriyel üretimde ve toplumsal yaşamda bu prensiplerin benimsenmesi ve doğanın döngülerinin taklit edilmesi, atık oluşmasını engelleyecek daha verimli bir ekonominin oluşmasını sağlayabilir.

Avrupa Komisyonu tarafından Mart 2020'de kabul edilen yeni Döngüsel Ekonomi Eylem Planı (CEAP), Avrupa Yeşil Anlaşması'nın da temel yapı taşlarından birisi olarak kabul ediliyor.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Endüstriyel Simbiyoz, Beşikten Beşiğe, Biyomimikri

Durum Tespiti (Due Diligence)

Durum tespiti, yatırım, birleşme veya iş anlaşmaları öncesinde tarafların gerekli araştırma ve analizleri yaparak, sunulan mali veya çevresel belgelerin durumunu ele alan ve riskleri en aza indirmeyi amaçlayan, Türkçe’de “özenli inceleme” olarak da bilinen denetim sürecidir.

 

Durum tespiti, yatırımcıların veya şirketlerin, potansiyel bir iş ortaklığı, satın alma veya yatırım öncesinde, finansal durum, operasyonel performans ve hukuki durumu değerlendirmelerini içerir. Örneğin, bir şirket başka bir şirketi satın almayı düşündüğünde, tüm mali tabloları, borçları, sözleşmeleri ve çalışan ilişkilerini ayrıntılı olarak inceler. Bu, alınacak kararlarda bilinçli tercihler yapılmasını sağlar, yatırımın ve birleşme-satın almanın mantıklı olup olmadığını ortaya koyar.

Ayrıca durum tespiti süreci, potansiyel riskleri ve sorunları erken tespit ederek tarafların bu risklere karşı önlemler almasına da yardımcı olur. Hem finansal hem de hukuki açıdan detaylı bir analiz yapılır. Bu süreç, yatırımın veya iş anlaşmasının güvenli ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesini garanti eder.

 

Kavram hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Çevresel Değerlendirme, Döngüsel Ekonomi, Önceliklendirme Analizi

Dünya Çevre Günü (World Environment Day)

Dünya Çevre Günü, artan çevre kirliliğine karşı çevresel sorunlara dikkat çekerek küresel farkındalığı artırmayı amaçlayan ve her yıl 5 Haziran’da kutlanan uluslararası bir farkındalık günüdür.

 

Dünya Çevre Günü, artan çevre kirliliğine karşı küresel çözüm arayışlarının bir sonucu olarak 1972’de Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda, uluslararası toplum tarafından ilan edildi. İlk kutlama ise 1973 yılında, İsviçre ev sahipliğinde “Tek Dünya” temasıyla gerçekleşti. Dünya Çevre Günü, bir yandan çevreyle ilgili kolektif bilincin gelişmesine katkı sağlamayı hedeflerken diğer yandan sürdürülebilir çözümler için ortak eylemi teşvik etmeyi amaçlar.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından her yıl farklı bir tema etrafında organize edilen Dünya Çevre Günü, çevre politikalarının gelişmesine, sürdürülebilirlik odağının yaygınlaşmasına ve toplumlar arasında işbirliğinin güçlenmesine katkıda bulunur. Her yıl farklı bir ülkenin ev sahipliğinde gerçekleşen etkinliğin bugüne dek öne çıkan temaları arasında “Plastik Kirliliğini Sona Erdirmek”, “Bizim Toprağımız, Bizim Geleceğimiz”, “Plastik Kirliliği ile Mücadele Et”, “Ekosistem Restorasyonu” ve “Hava Kirliliği ile Mücadele” yer aldı.

Dünya Çevre Günü ile ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Birleşmiş Milletler Çevre Programı, Çevre, İklim Değişikliği

Dünya Günü (Earth Day)

22 Nisan Dünya Günü, çevresel farkındalığı artırmak, doğayı koruma bilincini güçlendirmek ve modern çevre hareketinin doğuşunu anmak amacıyla her yıl kutlanan küresel bir farkındalık günüdür.

 

22 Nisan Dünya Günü’nün fikir babası, aynı zamanda bir çevre aktivisti olan Amerikalı Senatör Gaylord Nelson’dur. 1969’da Santa Barbara’da yaşanan petrol sızıntısı felaketinin ardından hükümetin yaşananlara rağmen eyleme geçmediğini gören Nelson, aynı gün düzenlenecek etkinliklerle insanlarda çevre kirliliğine karşı bilinç oluşturmayı ve onları gezegenlerine sahip çıkmaya teşvik etmeyi amaçladı.

Dünya Günü ilk kez 1970 yılında, 20 milyon kişinin katılımıyla kutlandı. Bu tarihi etkinlik, güçlü bir çevre aktivizmi dalgasına ilham verdi ve takip eden yıllarda çevreyle ilgili pek çok yasanın yürürlüğe girmesini sağladı. Temiz hava, temiz su, nesli tükenmekte olan türler, zehirli atıklar gibi birçok konuda önemli düzenlemeler yapıldı. Çevre Koruma Ajansı, Çevresel Kalite Konseyi, Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi gibi kuruluşlar bu etkinliğin yarattığı farkındalık ve çevresel bilinçlenme sonucunda gerçekleşti.

1990’lara kadar on yılda bir düzenlenen Dünya Günü, 1990 yılından itibaren her yıl kutlanmaya başladı. Dünya Günü organizasyonları, Earth Day Network tarafından koordine ediliyor. Dünya Günü ile ilgili etkinlikler hakkında bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar:

Dünya Limit Aşım Günü (Earth Overshoot Day)

Dünya Limit Aşım Günü, insan faaliyetleri sonucunda doğa, ekosistemler ve ekolojik kaynak ve hizmetler üzerinde oluşan talebin, gezegenin kendini yenileme sınırları içerisinde bir yılda sunabileceği kaynakları, yani bir yıllık doğal kaynak kapasitesini aştığı günü tanımlar.

 

İlk olarak Birleşik Krallık orijinli bir düşünce kuruluşu olan New Economics Foundation’dan Andrew Simms’in tanımladığı ve 2006 yılında kamuoyuyla paylaştığı Dünya Limit Aşım Günü, Küresel Ayak İzi Ağı (Global Footprint Network) tarafından her yıl küresel bir farkındalık oluşturmak için kullanılıyor. Dünya Limit Aşım Günü, küresel biyolojik kapasite (dünyanın doğal kaynakları yenileme kapasitesi) ile küresel ekolojik ayak izinin (insan faaliyetlerinde kullanılan doğal kaynaklar) karşılaştırılması üzerinden hesaplanıyor. Biyolojik kapasitede düşüş ve ekolojik ayak izindeki artış trendleri sonucunda kaynak ve tüketim arasındaki ekolojik açık hemen her yıl artış gösteriyor.

Küresel ekolojik ayak izi, küresel biyolojik kapasiteyi ilk defa 1970’lerin başında aştı. Hesaplamalara göre Dünya Limit Aşım Günü 1971 yılında 24 Aralık ile başladı.

2019 yılında 29 Temmuz olan Dünya Limit Aşım Günü, pandemi sebebiyle duran ekonomilerin etkisi sonucu 22 Ağustos’a geriledi. Ancak pandemi sonrası yeniden artan üretim ve tüketimle birlikte 2023 yılında 2 Ağustos’a, 2024 yılında ise 1 Ağustos’a kadar ilerledi.

Mevcut gidişat sürerse, 2030 yılında Dünya Limit Aşım Günü’nün 28 Haziran olması öngörülüyor. Küresel karbon emisyonlarının %30 oranında azaltıldığı bir senaryoda ise bu tarihi 16 Eylül’e kadar ertelemek ve ekolojik ayak izini 2002-2003 dönemindeki seviyesine çekmek mümkün olabilecek.

Kavramla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Döngüsel Ekonomi, İklim Değişikliği, Ekolojik Ayak İzi

Düşük Karbonlu Kalkınma (Low Carbon Development)

Düşük karbonlu kalkınma, ekonomik büyümeyi etkilemeden karbon emisyonlarını azaltmayı amaçlayan, bu anlamda kaynak kullanımı ile ekonomik gelişmeyi ayrıklaştırmayı hedefleyen yeni bir kalkınma modelidir.

 

Nihai hedefi çevrenin, ekonominin ve toplumun sürdürülebilir kalkınmasını sağlamak olan düşük karbonlu kalkınma kavramının kökleri 1992 yılında Rio'da kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) dayanıyor. Bu sözleşme bağlamında düşük karbonlu kalkınma, genel olarak düşük emisyonlu kalkınma stratejileri terimi kullanılarak ifade ediliyor. Resmi olarak kabul edilmiş bir tanım bulunmamakla birlikte, düşük karbonlu kalkınma genellikle ileriye dönük ulusal ekonomik kalkınma planlarını veya düşük emisyonlu ve/veya iklime dirençli ekonomik büyümeyi kapsayan stratejileri ifade ediyor.

Düşük karbonlu kalkınma stratejisini uygulamaya koymaya yönelik ilk teklif Avrupa Birliği tarafından 2008 yılında ileri sürüldü. Buradaki teklifte, planlanan düşük karbon yollarına ilişkin stratejilerin, uluslararası toplumun finansman ihtiyaçları ve öncelikleri çerçevesinde düzenlenmesine ve küresel iklim değişikliği eyleminin düzeyinin ölçülmesine yardımcı olabileceğinin altı çiziliyordu.

Düşük karbonlu kalkınmaya dair son verilerin de yer aldığı Birleşmiş Milletler’in yayımladığı rapora buradan ulaşabilirsiniz.

Bağlantılı kavramlar: Sera Gazları, Ulusal Katkı Beyanı, Ayrıklaştırma